Evliliklerin iyi ya da kötü olmasını belirleyen en önemli kriterlerden birisidir kavga etmek.Uzmanlara göre iyi kavga edebilen çiftler mutlu bir evlilik sürdürüyor. İyi kavga edebilmek için de belirli kıstaslar mevcut...
Uzman Psikolog Erhan Özden'in verdiği bilgilere göre, yaşadığı yer, işyeri veya okul gibi evlilik dışındaki sosyalleşme alanlarında insanlar farklı davranışlar sergiliyor.
Bu ortamlarda insanlar kendilerini mutsuz eden ya da çatışma yaşadıkları kişileri hayatlarından uzağa koyabiliyor. Hiç görüşmeyebiliyor ya da kendilerini böyle ortamlardan uzak tutma yoluna gidebiliyor.
Ancak evlilik durumunda böyle davranışlar beklenmez. Özellikle çatışma anlarında eşinizi aynı ev içinde hayatınızdan uzağa fırlatmak çare olmaz. Bu şekilde evliliğinizle aranıza mesafe koymak, evli kimliğiyle bekâr yaşamak gibi ucube bir ruh halini size dayatır. Veya sadece çatışma çıkarmayacak konuların suni güvenlikli çatısında nefes almaya çalışırsınız ki bu evliliğinizi daha da çok kanatır.
Bu kalıplaşmış cümle size tanıdık gelmiştir eminim ki. Zira bu cümle basit erkeklerin kadınları ucuz ön yargıları ile kategorize ediş şeklinin Türkçe'de vücut bulmasıdır. Şimdi ben de bir kadın olarak aynı şeyi siz erkeklere yapacağım. Size dair tüm ön yargılarımla sizi kategorize edeceğim. Bu yazıyı okuyan Ey erkek cinsine mensup kişi eğlenilecek misin, evlenilecek misin düşün bakalım!
Erkekler düşüne dursun biz de erkekleri kategorize etmeye başlayalım. Eğlenilecek erkekten başlayalım çünkü bunlar zaten çok eğlenceli tipler. Şu an düşünüyorum ve diyorum ki ulan hayatıma giren erkeklerin hemen hemen hepsi (biri hariç ki o ben de çok özel bir yerdedir) eğlenilecek erkekmiş yuh ya nasıl buldun bunları anlam veremiyorum kendime: ) Neyse konu dağılmadan devam edelim efendim eğlenilecek erkek nasıldır derseniz hemen size sıralarım:
1) Esprilidir, sürekli güler, eğlencelidir.
2) Onunla zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız.
3) Hızlıdır, hayatı hızlı yaşar, mesela hızlı yemek yer, hızlı araba sürer, erken boşalır( eee adam hıza alışınca ilişkilerini de anlık yaşıyor, hızlı başlayıp, hızla bitmesi gibi)
4) Her gördüğü kadına hayatında ilk kez kadın görüyormuşçasına hayvan gibi bakar.
5) Kadınlarla yılışık yılışık konuşur ve şakalaşır.
6) Tanıdığı tanımadığı kadın cinsine mensup kim varsa yüzüne bakılamayacak kadar çirkin olsa da yardım etmeye çalışır sözde iyi niyetle!
7) Siz ona bu kadın kim neden onunla konuşuyorsun diye sorduğunuzda o da size "hiç kimse sadece arkadaşız der". Ancak bu koca bir yalandır. İnanmayın, adam sizi ayaküstü boynuzluyordur haberiniz olsun!
8) Çok konuşur, gereksiz konuşur, mangalda kül bırakmaz. Hani şu "laf var icraat yok" sözü var ya kim söylemişse Allah razı olsun yoksa bu tipleri anlatmaya yetecek cümle bulamazdık: )
9) Mesela şu cümle kalıplarına dikkat: "Araba alacağım, ayrı eve çıkacağım, hiç zamanım yok, işler çok yoğun, arkadaşa borç verdim, üzerimde nakit yok, bu hafta sonu çalışıyorum, aaa ben de tam seni arayacaktım, ben de seni özledim, ben sevdiğimi belli etmem, ben uzaktan severim" ulan mal insan bunların hepsi koca bir yalan aptal mıyız biz? Tabi ki değiliz hanımlar bu cümle kalıplarını kuran erkekten kaçabildiğiniz kadar uzağa kaçın
10) Çapkındır, çok kadınla birlikte olmuş ve hemen hepsiyle yatmıştır. Bunu yapan bir kadın olsa toplumun yapıştıracağı o nadide söz bellidir....... Aman derim erkeğin böyle olanından kaçın.
11) Her şeye verecek bir cevabı ve bahanesi vardır. Eeee minareyi çalan kılıfı uydururmuş.
12) Yolda yürürken gözü fır döner, etrafına çok bakınır, sorumsuzdur, hiçbir sorunu kafasına takmaz. Sizin ne düşündüğünüz ya da ne hissettiğiniz onun umurunda değildir.
13) Bencildir, sadece kendini düşünür.
14) Kendine güveni yoktur, sürekli kendini ispatlamaya çalışır.
15) Sizi zor durumda bırakabilir, sizin zor durumda kalmanız onun umurunda bile değildir.
Hanımlar bu liste böyle uzar gider bunlar aklıma ilk gelenlerdi. birlikte olduğunuz ya da hoşlandığınız kişi bu özelliklerden bir kaçına sahipse ondan uzak durun, hayatınızdan hemen çıkarın zira ondan size koca olmaz, "hayır benim sevgilim de böyle ama ben değişeceğine inanıyorum" diye safça düşünüyorsanız büyük bir hayal kırıklığı yaşarsanız benden söylemesi. eğer evlenmeyi düşünmüyorsanız, evlenmek gibi bir derdiniz yoksa doğru yerdesiniz zira o eğlenilecek erkektir. eğlenmeye devam
Şimdi gelelim aramayla bulunmayan, her yalnız kaldığınızda nerdesin Ey aşk diye çağırdığınız, kaderin sizi bir an evvel karşılaştırmasını umduğunuz evlenilecek erkek, beyaz atlı prens modeline.
Bu erkek öyle kolay karşınıza çıkmaz. Bana sorarsanız hayat bize bu şansı bir kez verir. Siz de benim gibi o şansı teptiyseniz geçmiş olsun. Hödüğün biriyle hayat geçmeyeceğine göre o yüzden Allah'a dua edin size bir şans daha versin: )
1) Fevkaledenin fevkinde bir erkektir.
2) Bu erkek modeli dürüsttür, sessiz, sakin kendi halindedir.
3) Olgundur, yaşadıklarından ders almıştır.
4) Tamam kabul belki çok eğlenceli, esprili değildir ama oturup, kalkmasını, nerede nasıl davranmasını gayet iyi bilir.
5) Ailesine değer verir.
6) Sizinle dalga geçmez, sizi takdir eder, gururunuzu okşar, başarılarınızla övünür, sizinle sidik yarıştırmaz.
7) Bu erkek yürürken kuğu gibidir. Diğer erkekler gibi kafası yerinden oynamışçasına etrafına bakmaz. Yoluna bakar, başı bir başak misali yere doğru eğiktir. Çünkü bu adam doludur, bilgilidir, bazı şeyleri aşmıştır.
8) Kişiliği oturmuştur, kendini ispatlamak gibi bir derdi yoktur. Göründüğü gibidir.
9) Değerleri, prensipleri vardır. Çorap değiştirir gibi sevgili değiştirmez.
10) İşine bağlıdır, hobileriyle ilgilenir.
11) Gösteriş yapmak, piyasa yapmak için spora başlamaz mesela.
12) Bu adamın ağzından:"İşim var, yoğunum, sen beni arama ben seni müsait olunca ararım, üzerimde nakit yok, ben de tam seni arayacaktım, annem rahatsız, meşgulüm" gibi aptal saplat cümleler duyamazsınız. Çünkü bu adam neyse odur.
13) Çıktığı kadınların sayısıyla erkekliğini ölçmez, yaşadıklarıyla övünmez. Hırs yoktur, gereksiz kıskançlık yoktur.
14) Üzgün ya da mutsuzsanız anlar ve hisseder. Sorunlarınızla ilgilenmek ister, size yardım etmek ister. İlgili ve şefkatlidir.
16) En önemlisi de size kadın olduğunuzu hissettirir, kadınına sahip çıkar, onu boğmaz, onu üzmez, ona değer verir. Bu erkekle karşılıklı oturup, konuşabilirsiniz, sizi anlar, sizi dinler
Herkes mutlu bir evlilik hayal eder. Bir hayatta insanın başına gelebilecek en güzel şeydir mutlu evlilik. Fakat bir zaman sonra farklı türde problemler hayatımızın içinde baş gösterir. Çoğu kişinin evlilikten hızlıca vazgeçtiği bir gerçek ancak bunun yanı sıra pek çok evlilik de çözümlenmemiş problemlerin ağırlığı altında sonlanıyor.
İlişkinizin başında yaşadığınız; küçük jestler, en sevdiği yemeği pişirmek, hediye almak gibi eşinize kendini özel hissettirecek güzellikleri yapmayı bırakırsanız ne olur? Sevdiği insanı kaybetmekte olduğunu bilmek her insan için acıdır. Sizinle aynı durumda olan diğer kişiler gibi muhtemelen siz de korku dolu ve hayal kırıklığına uğramış hissediyorsunuzdur. Bir sonraki adımın ne zaman geleceğini bilmemek sonraki adımı planlayamamak Eğer evliliğinizde sorunlar varsa eşinize bu konuda paniklediğinizi belli etmeyin; sakin olmaya çalışın ve duygularınızı kontrol edin.
Her ikinizin de bu noktaya gelmenize neden olan kasvetli noktaları fark etmeniz için zamana ihtiyacınız var. Bu durumların karşısında kontrollü duygularla ilerlemek evliliğinizi kurtarmak adına atılacak önemli bir adım. Eşlerin her ikisinin de bu durumu aşmak için istekli olmaları gereklidir. Evliliğinizi yürütmek için ne yapılması ya da ne yapılmaması gerektiğini öğrenin. Eşiniz sizden ayrılmak istiyor olsa dahi evliliğinizi kurtarabilirsiniz. Eşiniz boşanmak istediğini ve sizi artık sevmediğini söylemiş olabilir. Boşanma sürecini durdurmak, bu fikirden vazgeçilmesini sağlamak için, ilişkinizi inciten ve zarar veren hareketleri yapmaya devam etmemelisiniz. Unutmayın ki evliliğinizi kurtrmak için umut her zaman vardır.
Kıskançlık, insanları boşanmaya sürükleyen tehlikeli duyguların başında gelir ama tek başına neden bu değildir. Eğer eşiniz sizin onu aldattığını fark etmiş ise, kısaca sizi yakalamışsa; o zaman yeniden güven duyulmasını sağlamak sizin için çok zor bir süreç olacaktır. Bu durumda eve her zaman zamanında gidin, yaptığınızı söylediğiniz şeyleri yapın ve dürüst olun. Ve ek olarak eşinize asla tekrar yalan söylemeyin, her zaman şeffaf iletişim kurun, eşiniz kendini güvende hissetmiyorsa ona bunu aşması için zaman tanıyın, sıradan konularda dahi eşinize ilgili davranın ve ona karşı sabırlı olun.
İnsanları boşanmaya götüren birçok neden olduğunu söylemiştim. Yaptığınız her ne ise bilmelisiniz ki bu eşinizce "hata" olarak tanımlanmakta. Durup kendinizi savunmaya çalışarak, eşinizi bunun aksi noktasında ikna etmeye uğraş vererek enerjinizi tüketeceğinize onun duygularını anlamaya çalışın. Eğer bazı şeyler eşinizi rahatsız ve mutsuz ediyorsa evliliğinizi kurtarmak adına elinizden gelenin en iyisini yapmaya çalışın.
Evlilik Sorunlarınızı Aşmaya Yardımcı 17 Değerli İpucu
1. Öncelikli ve en önemli olan şey problemleri tespit etmektir. İlişkinize dürüst bir şekilde dışarıdan bakın ve problemlerin ne olabileceğini görmeye çalışın. Sizi neyin rahatsız ettiğini dürüstçe gözlemleyin. Mümkün olduğunca çok detayı analiz etmeye çalışın. Bu eşinizi suçlayarak olayları tek tarafa yüklemekten daha çözümcül bir yaklaşım edinmenizi sağlayacaktır.
2. Eğer hatalı olan tarafsanız, eşinize saygınızı, dostluğunuzu, sevginizi ve saygınızı gösterin. Her gün eşinize onu ne kadar çok sevdiğinizi hatırlatın ve bunu yüreğinizden gelen kelimelerle yapın.
3. Sevgiliyken ya da yeni evliyken yapmakta olduğunuz şeyleri tekrar hayatınıza dâhil edin. Sürprizler, jestler, hoşa gitmek için o dönemde attığınız adımları hatırlayın.
4. Duygularınızı ifade edin, hissettiklerinizi dürüstçe ifade edin ve olabildiğiniz kadar açık olun.
5. Açık iletişim kurun, uzlaşmacı ve iyileştirici olmaya başlayın. İlişkiye bakış açınız, ilişkiden beklentilerinizi konuşmaktan çekinmeyin ve her iki tarafında hemfikir olduğu ortak noktaları belirleyin. Diğerleri için de anlayışlı olun. (elbette her iki tarafında bu anlayışı göstermesi gerekir)
6. Dinlemeyi öğrenin. Tek taraflı ifade ve çaba sorunlarınızı çözmeyecektir. Karşınızdakinin de konuyla ilgili düşünceleri olabileceğini bilmek ve ona göre şekillenmek sağlıklı iletişimin ana kuralıdır. Birbirinizin duygu ve düşüncelerine saygı göstermelisiniz.
7. Evliliğinizde eşinizi rahatsız eden sorunları anlamak ve bunları değiştirmeye çalışmak için çok çalışmanız gerekebilir. Eşiniz sizi hala seviyor olsa bile sürekli tekrarlanan problemlerden dolayı evlilikten vazgeçme noktasına gelmiş olabilir. İşte bu aşamada bu süregelen sorunların ne olduğunu anlamak ve sorunları çözüme ulaştırmak için eşinizin rahatsızlık duyduğu problemleri iyi analiz edebilmek gereklidir.
8. Eğer seks hayatınız sekteye uğramışsa, yaşadığınız güncel sorunlar seks hayatınıza da yansımaktaysa o zaman en doğru olan şey konuyu enine boyuna konuşmak olacaktır. Baş başa daha çok zaman geçirmeye özen göstermeli, birbirinize zaman ayırmalı hatta baş başa bir tatile çıkmalısınız.
9. Aşılamayacak konu yoktur. Konuya kendilerini açamayan dolayısıyla da sorunları aşamayan insanlar vardır. Rutin bu çarkın içinden çıkmak istiyorsanız kendinizi sorunlarınızı anlamak noktasında açık tutun.
10. Sorunları aşmanıza yardımcı olacak yollar üzerinde düşünün.
11. Eşinizin siz, sizin de eşiniz olmadığınızı; benzer yönleriniz olsa da ayrı birer birey olduğunuzu iyice anlayın. Her ikiniz de empati yapabilmeli, kendini bir diğerinin yerine koyabilmeli ve diğer tarafın bakış açısından olayları anlamaya çalışmalısınız.
12. Sizinkine benzer sorunlar yaşamış olan çiftlerin deneyimlerini yabana atmayın. Elbette birebir uygulamaya da kalkmayın.
13. Geçmişte yaşanmış olumsuz davranışların bugününüzü mahvetmesine izin vermeyin. Dünden çıkarılacak tek sonuç alınacak derslerdir.
14. Affetmeyi ve unutmayı öğrenin. Geçmişi gündeme getirmek evliliğinizi kurtaramaz. Aksine evliliğinizi öldürür. Evli çiftlerin ilk öğrenmesi gereken eşlerini affedebilmek ve geçmişe sünger çekmek olmalıdır. Geçmişte yapılan hataları unutun!
15. Her ikiniz de çözüm arayışında olun. Unutmayın ki bu bir savaş değil ve kazananı da olmayacak.
16. Çift olarak hareket etmenize yardımcı olacak amaç ve hedefler belirleyin. Tartışmadan iletişim kurabilmek, çift olarak birlikte yapılacak aktiviteler belirlemek sorunlarınızı sonlandıracaktır. Zaman zaman duygularınızı kaleme alarak eşinizle paylaşa da bilirsiniz.
17. Son olarak sabırlı olun. Evlilik sorunlarınız bir gecede ortaya çıkmadığı gibi bir gecede de neticeye ulaşmayacaktır. Her ikinizde eşit dinginliğe kavuştuğunuzda ve yeni bir başlangıca hazır olduğunuzda hislerinizi konuşun.
Özet olarak evliliğinizde sorunlar varsa, bekleyin ve aşılabilir olup olmadığını analiz edin. Boşanmak için acele etmeyin. Olumlu düşünmek her zaman işe yarar. O yüzden evliliğinizin kurtarılabilir olduğuna dair umudunuzu kaybetmeyin. Sorunlar her zaman olacaktır. Sevgiyi ve iyi duyguları hayatta tutmak size her zaman sonsuz mutluluğu getirecektir.
Yakından dikkat etmeniz gereken tek şey var! Bir çoğumuz bazı günler ve geceler yeterince uyumadığımızı düşünürüz. İş, aile ve diğer zorunluluklarımızın arasında, başımızı yastığa vurduğumuz zaman bir türlü dinlenememek şaşırtıcı değildir
Uykumuzu etkileyen besinler ve içeceklerin de dahil olduğu bir çok faktör vardır. Tükettiğiniz besinlerin türü ve tükettiğiniz zaman uyku alışkanlıklarınızı etkileyebilir. Araştırmalar çok fazla ve çok geç saatte beslenmenin uykuyu etkilediğini göstermektedir.
Bazen yatmadan önce beklide midemizdeki gurultudan kurtulmak için yediğimiz ufacık besinler açlığımızı giderir ve rahat uyumamızı engellemez, ancak gece geç saatlerde ve büyük porsiyonlarda yemeyi alışkanlık haline getirdiyseniz uyku eziyet haline gelebilir.
Az miktarlarda tüketildiğinderahat uyumanızı sağlayacak besinlerin yanında bir de uykuya dalmakta zorlanmanızı sağlayacak bazı besinler ve içecekler vardır. Kafeinli ve alkollü içecekler bunlara en güzel örnektir. Kafeinli ve alkollü içeceklerin yatmadan en az 4-6 saat önce tüketiminin tamamlanmış olması gerekir kirahatça uyuyabilin ve kuzuları saymak zorunda kalmayın J
Örneğin alkollü içecekler önce sizi bi parça rahatlatır ve hemen uykuya dalmanızı sağlar fakat uykunuzda rahatsız olmanıza neden olur.
Rahat uyumak için sıcak süt, su veya kafeinsiz çay gibi içeceklere bağlı kalmalısınız.
Bazı besinler diğerlerine göre daha rahat uyumanızı sağlar. Uyku düzenleyici bir madde olan triptofan'ın yorgunluğa neden olarak uyumanıza yardımcı olduğu not edilmiştir. Vücudun seratonin üretmekte kullandığı bu madde beynin sinir trafiğini yavaşlatan bir nörotransmitterdir. Doğal triptofan içeren besinlere güzel bir örnek süttür. Ayrıca yoğurt, peynir gibi diğer süt ürünleri, ton balığı,kümes hayvanları, fasulye, tam tahıllı ürünler, ayçekirdeği,fıstık ezmesi , muz ve pirinç de triptofan içeren besinlerdir.
Hafif beslenmek ve yatağınızın rahat olmasının sonucundaki güzel uykunun günün stresini üzerinizden atmasına izin verin.Herkese iyi uykular..
En büyük ve en uzun koşuculardan birine göre kilo kaybetme denemeleri her zaman yönetilebilir.
Yeni kilo kaybetme mucizesi nedir? Bir ilaç mı? Yağlarınızı yok edecek yeni bir cihaz ? yoksa brokoli hariç hiçbirşey yemeyeceğiniz çılgın bir diyet mi?
Hiçbirisi değil. Çözüm çok kolay. Hemen bir beslenme günlüğü tutmaya başlıyorsunuz ve Kaiser Permanente Sağlık Araştıma Merkezi'ne göre kilo vermenizi iki kat artıracak bir yöntem olan besin günlüğüne hergün yediklerinizi kaydediyorsunuz.
Ağustos ayında American Journal of Preventive Medicine dergisinde yayınlanan çalışmada günlük besin kaydı tutulmasının diyetteki kaçamakları önlediği bulunmuştur.
Besin kaydını daha çok yapan insanlar, daha çok kilo kaybeden insanlardır diyen Kaiser Permanente besin kaydı tutan insanların tutmayanlara göre iki kat daha hızlı kilo kaybettiğini söylemiştir. Çünkü yapılan çalışmaların sonucunda tükettikleri besinleri kaydeden insanların daha düşük enerjili besinleri tercih ettiği belirlenmiştir. Çalışmaya katılanların yaklaşık üçte ikisi kabaca 6 ayda 6 kilo kaybetmiş, 1700 katılımcı ise en az 4 kilo kaybetmiştir. Katılımcılar kalp sağlığını koruyucu kolesterolden düşük, sebze ve meyveden zengin DASH diyeti uygulamışlardır ve hergün en az 30 dakika egzersizlerini en az yediklerini düzgün bir şekilde kayıt ettikleri gibi düzenli uygulamışlardır. Katılımcılardan günlük besin kaydı tutanlar 2 kat daha fazla kilo kaybetmişlerdir.
Kilo kaybeden bireylerin hipertansiyonlarının ve kolesterollerinin normal düzeylere indiği, böylece kalp hastalığı ve inme riskinin de azaldığı orta çıkmıştır. Bireylerin ağırlığının 2,5 kilo azalması kan basınçlarında %20Lik bir düşüş sağlanmıştır.
Bireyler günlük tükettikleri besinleri kaydetmeye başladığında ilk olarak tükettikleri besinleri fark etmeye başlarlar, sonra besinleri tanımaya ve tanıdıkça da zamanla yüksek yağlı yüksek enerjili besinlerin yerine en sonunda düşük enerjili düşük yağlı besinlerin tüketimine yönelirler.
Besin kaydı sayesinde fark etmeden alışkanlıkları değişen bireyler düşük kalorili şok diyetler yapmadan sağlıklı besleneceği bir programla kilo kaybedeceğine inanmayanlar tükettikleri besinlerin günlük kaydını tutarak nasıl kilo kaybettiklerine inanamayacaklar.
Bizim çocukluğumuz yeme-içme alışkanlıkları açısından rahattı.
TV yoktu.
Reklamlar yoktu.
Fast food yoktu.
Çeşit çeşit çikolatalar ve tatlılar yoktu.
Ev yemekleri vardı.
Bol bol sebze, bol bol meyve vardı.
Çocukluğumuzdaki kahramanlarımız bu kadar ticarileşmemişti.
Sözün özü; o zamanlar tüketim toplumu değildik.
Herkes yemeğini evinde yerdi.
Annelerimiz güzel ve sağlıklı yemekler yapardı.
Teknoloji geldi, mertlik bozuldu.
Artık bizler anne-baba olduk.
Ev hanımı olan bayanlar azaldıkça, fast food olayı arttı.
Bizimle beraber artık çocuklarımız da tehlikede.
Çizgi filmlerle, çocuk dizileriyle körpecik beyinler zehirlenmekte
Reklamlarla sağlıksız besinler sofralarımıza konuk olmakta.
"Anne hadi ya şu cipsten de alalım"
Alalım da nereye kadar?
100 gr.lık cipstte 600 kalori var.
30 gr. lık bir gofrette ise 150 kalori.
Hem de zararlı .
Çocuğumuz bir günde 2 cips, 2 çukulata, 2 hamburger, akşam bol ketçaplı bol soslu makarna yerse ilerde nasıl bir yetişkin olabilir?
Evet anne-babalar da haklı.
Medya ve reklamlar bu kadar etkinken çocuklarımız zararlı yiyeceklerden uzak tutmak çok zor. Ama imkansız değil.
Şöyle düşünelim. Herşeyi çocuklarımız için yapmıyor muyuz?
Onların ruh ve fizik sağlıkları bizim için çok önemli değil mi?
Akşamları onların ödevleri ile ilgilenirken biraz da sağlıklı beslenmeleri ile ilgilenemez miyiz?
Tamam, hepimiz çok çalışıyoruz.
Stres altındayız.
Akşam eve gelince biz de rahatlamak istiyoruz.
Ama rahatlamak adına onlar ne istiyorsa ellerine tutuşturmalı mıyız?
Eve geldiniz, çocuğunuz favori yemeğini istedi: Bol soslu makarna, köfte ve bol kola.
Makarnaya evet. Bol soslu da ne demek?
Ya da Kolaya evet, ama sadece bir bardak.
Ve yanında bol salata, bir tatlı kaşığı sıvı yağ ile.
"Aaaaa çocuğum hayatta bunları yemez!!"
Yer, inanın yer.
Sadece siz O'na iyi örnek olun ve sabır gösterin.
Tabii ki siz oğlunuza söylediklerinizi yapmaz, kendiniz çok yerseniz O da gizli gizli atıştırır.
Çocukları zararlı alışkanlıklardan uzak tutmanın en iyi yolu onlara iyi örnek olmaktır.
Siz bol yağlı, bol soslu yemekler yerseniz, O da ister.
Siz ne yerseniz, O'sunuz.
Siz ne iseniz çocuğunuz O olur.
Küçüklükten başlayacak beslenme eğitimi çocuklarımızın ilerde sağlıklı birey olmalarını sağlar.
Çocuklarımız en fazla bizden etkilenir, reklamlardan ya da arkadaşlarından değil.
Onlar, özellikle 4-5 yaşına kadar dünyalarını bizim üzerimize kurarlar.
TV, reklamlar ve arkadaşlar sonradan devreye girer.
Küçük yaşlardaki beslenme eğitimi sonraki sıkıntıların büyük kısmını önler.
"Bu zor hayatta her an örnek olmak çok zor"
Biliyorum, haklısınızZor hayat..zor koşullar
Diğer yandan çocuklar herşeyimiz.
Herşeye Onların iyiliği için katlanmıyor muyuz?
Eğer Onların şişman/obez birer yetişkin olmalarını önleyemezsek üzerimize düşen görevi yerine getirmiş olacak mıyız?
Çocuklar ilgi ister.
Çocuklar anlaşılmak ister.
Çocuklar yüreklendirilmek ister.
Onları yüreklendirin.
Onları sevdikleri ve istedikleri bir spora yönlendirin.
Onlarla beraber yürüyüşe çıkın.
Onlarla koşun.
Onlarla yüzün.
Ve en önemlisi Onlarla konuşun, davranışlarınızla örnek olun.
Sizleri dinleyeceklerdir, sizin davranışlarınızı örnek alacaklardır.
Çünkü sizler Onların herşeyisiniz.
Beslenme ve Kemik Sağlığı : GELECEĞİNİZİ KORUYUN, KEMİKLERİNİZE İYİ BAKIN..
Ortalama yaşam ömrünün uzaması ve hayatın daha hareketsiz hale gelmesi osteoporozun (kemik erimesi) görülme sıklığını, şiddetini ve daha ileriki yaşlarda oluşan kemik kırıkları risklerini arttırmaktadır.
WHO (Dünya Sağlık Örgütü) osteoporozu "kemik kitlesinde kayıp ve kemik mimarisinde bozulma ile seyreden, kemiğin kırılabilirliğini arttırarak kırıklara zemin hazırlayan sistemik bir iskelet bozukluğu" olarak tarif etmiştir. Kemik erimesi, kemiğin doku yoğunluğunun azalması nedeniyle dayanıklılığının azalması, yani kemiğin olması gereken mineral yoğunluğunda olmamasıdır. Kemik erimesinin şiddeti arttıkça kemiğin kırılma riski de artmaktadır.
Kemikler sürekli yıkım ve yapım ile yeniden şekillenen, devamlı inşa halinde olan bir dokudur. Yaklaşık 30'lu yaşlara kadar kemik yapısı ilerler ve en yüksek düzeye ulaşır. Kişi zirve kemik kitlesine ulaştıktan sonra bir süre yapım ve yıkım olayı dengede kalır; ilerleyen yaş ile birlikte yapım durumu yıkım olayını karşılayamaz duruma gelir ve artık kemik kitlesi azalmaya başlar. Her iki cinste de yaşla kemik kaybı artmakla birlikte kadınlarda menopoz süreci devreye girdiği andan itibaren kayıp hızlanmaya başlar. Osteoporoz derinden sinsice ilerlediği için zamanında yapılan kontrollerde yakalanıp önlemler alınmaz ise ciddi sakatlıklara ve ölüme neden olabilir.
Menopozdan sonra geçen 10 sene içinde yaklaşık %80 oranında kadın önemli ölçüde kemiğin içinde bulunan sertliği sağlayan mineralleri kaybetmekte ve osteoporoz tanımı kapsamına girmektedirler. Ortalama ömrün uzaması ile kemik erimesine bağlı kırıklarda artışlar saptanmıştır. Bunlardan en önemlisi kalça kırıklarıdır. Kalça kırığı geçirenlerin %5-20'si olaydan sonraki bir yıl içinde hayatını kaybedebilmekte, %50'sinde ise fiziksel iş yapabilme kapasitesinde önemli ölçüde azalmalar oluşabilmektedir.
Kemik metabolizmasını etkileyen faktörler şu şekilde özetlenebilir:
50 yaşın üstünde olmak (Yaş ile birlikte yoğunluğunu kaybeden kemikler kırılma açısından risk altındadır).
Hayat boyunca, fiziksel aktivitenin, hareketliliğin ve egzersizin az olması, (egzersizin diyetle alınan minerallerin kemiğe yerleşerek kemiğin sertleşmesini sağladığı kanıtlanmıştır).
Menopoza girmiş olmak (Kadınlarda östrojen düzeylerinin düşmesi, kemik yıkımını hızlandırır çünkü östrojen kemiklerdeki kalsiyumun azalmasını önleyen bir hormondur. Menopozda östrojen düzeyleri düşünce kemik yıkımı artar)
Erken menopoza girmek veya yumurtalıkların operasyon ile alınmasını takiben cerrahi (yapay) menopoza girmek (östrojen hormonunun aniden yok olması ile kemik kitlesinde azalmalar başlamaktadır)
Sigara içmek (doğrudan beslenme konusu olmamakla birlikte, birçok beslenme ve metabolik süreci hızlandırıcı etkileri nedeniyle, kemik kaybını arttırdığı düşünülmektedir)
Alkollü, kolalı ve kafeinli içecekleri çok fazla tüketmek (fazla alkol tüketimi kemiklere mineral yerleşmesini zorlaştırmaktadır)
Bazı ilaçları uzun süre veya yüksek dozlarda kullanmak (örneğin; kortikosteroidler, lityum, alüminyum, antikonvülzanlar, antiasitler, antikoagülanlar, tiroid ilaçları ve bazı kanser ilaçları gibi).
Bazı hastalıkların varlığı, şeker hastalığı, tiroid veya paratiroid bezinin fazla çalışması, mide-barsak operasyonu geçirmiş olmak, uzun süren hareketsizlik, felçler, bazı romatizmal hastalıklar ve diğer bazı endokrin (hormonal) hastalıklar
Beslenmenin yetersiz ve dengesiz olması (Diyette kalsiyum yeterliliği ve kalsiyumun kemiklerin içine girebilmesi için gerekli olan D vitaminin varlığı)
Kemiklerin korunmasında ve güçlü olmasında en önemli etken şüphesiz sağlıklı ve dengeli beslenme kapsamında diyette yeterli derecede kalsiyum mineralinin ve rutin kısa (15-20 dakika kadar) güneşten faydalanmalarla D vitaminin varlığını sağlamaktır. Zirve kemik kitlesinin (30-35 yaşına kadar oluşturabiliriz) yoğunluğu ilerde karşılaşabileceğimiz osteoporozun şiddetini belirlemede önemli olduğu için, özellikle kemiğin mineral ile dolgunlaştırılması aşamasında kalsiyumdan zengin beslenmenin ileriki zamanlar için koruyucu ve önleyici olduğu unutulmamalıdır.
Sağlık Örgütlerince alınmış ortak kararlar ışığında, 11 ile 24 yaşlarında erkekler ve kadınlar için, kalsiyumun tavsiye edilen miktarı günde 1200-1500 miligram, 25 yaşın üzerinde ise günde 1000 miligramdır. Ancak, kadınların birçoğu bu miktarın ancak yarısını tüketmektedirler. ( NIH-National Institutes of Helath ve Concensus Panel on Optimal Calcium Intake'e göre) Kalsiyumun en iyi kaynakları; süt ve süt ürünleridir. Bunları dışında, pekmez, susam, fındık ve fıstık gibi sert kabuklu meyveler, kurubaklagiller (kuru fasulye, kuru nohut, barbunya, yeşil ve kırmızı mercimek), kuru kayısı, kuru erik ve kuru üzüm gibi kurtulmuş meyveler, yeşil yapraklı sebzeler ve yumurta..
Bu besinsel kaynaklara göre 25-30 yaşındaki bir bayan günde;
1 su bardağı süt (200 ml için) ile 240 mg kalsiyum,
1 kase yoğurt veya 2 su bardağı ayran ile yaklaşık 240 mg kalsiyum,
50 gram kadar beyaz peynir ile, 160 mg kalsiyum
1adet yumurta ile yaklaşık 30 mg,
1 porsiyon marullu yeşillikli bir salata ile yaklaşık 100 mg kalsiyum aldığı düşünülürse günlük kalsiyum gereksinmesini karşılamanın zor olmadığı görülebilir.
Genç yaşta yapılan çok düşük kalorili diyetler yeterli kalsiyum sağlamadığı için kemik kitlesinin düşük kalmasına yol açabilmektedir, bu yüzden gençler tek besine dayalı diyetlerden, hızlı kilo kaybı sağlayacağını garanti eden düşük kalorili şok diyetlerden özellikle uzak kalmalıdırlar. Günlük besinleriniz arasında süt ve süt ürünleri fazla yer tutmuyorsa kalsiyum desteği almanız gerekebilir, bu konuda mutlaka doktora danışılmalıdır. Yeterli kalsiyum alınması, kemik yıkımının yavaşlamasını sağlayarak osteoporoz riskini azaltacaktır. Kalsiyum ve D vitamini desteğinin yanı sıra düzenli açık hava yürüyüşleri, egzersiz amaçlı tempolu yürüyüşler ve ağırlık kaldırma egzersizleri yapılması kemikleri güçlendirecektir.
Zayıflama haplarına son çare olarak insanlar başvuruyor, tv ve yazılı medya bu konuda yönlendirici olabilir mi?
Böylesine önemli bir konuda medyanın elbette çok etkili bir rolü bulunmaktadır. Sonuçta bir uzman gün içerisinde sayılı hastasına / danışanına yön verebilmektedir. Halbuki kitle iletişim araçları vesilesi ile sayısız insana hizmet ve bilgi aktarabilmek söz konusu olmaktadır. Halkı doğru bir şekilde yönlendirmek adına medyada görev alan kişilerin, fikir aldıkları uzmanların konu ile gerçekten ilgili, işinin ehli kişiler olup olmadığını özellikle araştırmaları gerekmektedir.
Zayıflama hapları neden yasal değil?
Şişmanlık konusunda günümüze kadar kullanılan zayıflama ilaçlarının oluşturduğu yan etkiler aşağıdaki tabloda özetlenmeye çalışılmıştır.
Zamanında ölümlere dahi yol açabilen çeşitli etken maddeli ilaçların mutlaka ilgili uzman doktor (endokrinolog veya dahiliye uzmanı) kontrolünde kullanılması gerekmektedir. Ancak özellikle bizim ülkemizde eş, dost, arkadaş, eczacı, kalfa hatta çırakların önerisi ile gereksiz kullanım çok yaygındır.
Zararları neler?
Şu an için Dünya Sağlık Örgütü tarafından onay almış Orlistat etken maddeli zayıflama ilacı mevcuttur. Orlistat'ın yan etkileri arasında yağlı dışkı, gaz, karın ağrısı, sık defekasyon (dışkılama), fekal intoksikasyon (alta kaçırma) gibi etkiler yer almaktadır. Orlistat, besinlerle alınan yağların bağırsaklardan % 30 oranında emilmeden atılmasına yardımcı olur ve uzun süreli kullanımında yağda eriyen (A, D, E ve K) vitaminlerin emiliminde sıkıntılar oluşturabilir.
Yakın bir tarihte (2010 yılının başlarında) yasaklanan ve toplatılan Sibutramin etken maddeli zayıflama ilaçları ise, santral sinir sistemine karışarak tokluk hissi uyandırmakta ancak, ilaçlar kullanıldığı sürece etkili oldukları için bırakıldığı takdirde rebound etki yaratıp fazla besin alımına yol açabilmektedir. Sibutramin'in kan basıncında 3 - 5 mmHg artış, kalp hızında 2 - 4 atım / dk artış, ağız kuruluğu, kabızlık, uykusuzluk gibi yan etkilerinin bulunduğu saptanmıştır. Uzun vadede ölümlere yol açması onun da toplatılmasına ve yasaklanmasına neden olmuştur.
En azından bu tür ilaçlar, taksiden 2 durak önce inip yürümek, alışverişe tok karına çıkmak, her lokmadan sonra çatal ve kaşığı elden bırakmak gibi yaşam tarzı değişikliği sağlamadığı için bırakıldıklarında ağırlık artışına sebebiyet verebilirler. İşin bir de maddi boyutu var elbette: Türkiye'de obezite ilaçlarına yılda yaklaşık 25 milyon $ harcama yapılmaktadır.
Bir uzman olarak kullanan ve kullanmak isteyen hastalara ne söylemek istersiniz?
Zayıflama ilaçlarının kullanımı için azı protokoller söz konusudur. Kişinin Beden Kitle İndeksi (BKİ) değerinin 30 kg/m²'nin üzerinde olması veya 27 kg/m²'nin üzerinde olması, beraberinde de eşlik eden şişmanlığa bağlı kronik bir rahatsızlığın olması gerekmektedir. Buna ilave olarak kişinin 3 ay süresinde diyet tedavisi ve egzersiz programına uyması ve sonuç alamaması gerekmektedir. Ardından uzman hekim (endokrinolog veya dahiliye uzmanı) kontrolünde uygun olan zayıflama ilacına başlanabilir. Ancak şunu hiçbir zaman için unutmamak gerekir: "Ne de olsa bu ilaç beni zayıflatıyor" düşüncesi ile diyet ve egzersiz programının dışına çıkmamak gerekir. İlaçlar diyet ve egzersiz programına destek amaçlı olarak kullanılmalıdır.
BKİ = Ağırlık (kg) / Boy uzunluğunun karesi (m²) ile hesaplanmaktadır.
Bu tarz istekler için kişinin psikoloğa ve uzmana görünmesi gerekli mi?
Zayıflama takıntısı bazı durumlarda doktora ilaç önermesi konusunda ısrarcı tutumların sergilenmesine kadar ileri gitmektedir. "Siz yazmazsanız ben kendi başıma bir ilaç kullanırım" şeklinde söylemlerde bulunan bireylerin bir psikolog kontrolünden geçmeleri gerekse de, zorla güzellik olmayacağı için sonuç alınamayacaktır. Zaten psikolog ve diyetisyenler gerçek kararlılık sonrası başvurulması gereken uzmanlardır.
Sağlık açısından değerlendirir misiniz?
Obezite tedavisinde önceliğin eğitim, diyet tedavisi, egzersiz ve davranış değişikliği tedavisi (yaşam tarzı değişikliği) olması gerekir. 3 Ay süresince bu denemeler yapılmadan farmakolojik (ilaç) tedaviye veya cerrahi müdahaleye geçmemek gerekir. Ancak obeziteye bağlı komplikasyon riski varsa veya bireyin BKİ değeri 40 kg/m²'nin üzerinde ise direkt olarak bu alternatifler düşünülebilir.
* Tuz vücudumuz için neden gerekli, ne gibi faydaları var?
Tuz adı ile bilinen sodyum kalorür vücut için oldukça gerekli bir bileşendir. Vücudumuzda sıvı dengesinin sağlanmasında ve kan basıncının yani tansiyonun düzenlenmesinde önemli rol oynar. Ayrıca besinlere ve yemeklere lezzet katar. Tuzun içeriğinde bulunan sodyum minerali potasyum minerali ile yaptığı iş birliği sayesinde hücre içi ve hücre dışı sıvı dağılımının dengeli olmasını sağlar. Sodyum yetersizliğinde bulantı, kusma ve zihin bulanıklığı ileri durumlarda solunum yetmezlikleri ortaya çıkabilir.
* Fazla tuz alımının vücutta ne gibi etkileri olur?
Gereğinden fazla tuz tüketimi vücutta ödem oluşmasına neden olabilir. Vücutta fazla su birikimi anlamına gelen ödem oluşumu vücutta sıvı dolaşımının düzenli olmamasına bir işarettir. Aynı zamanda fazla tuz tüketimi tansiyon yükselmesine neden olabileceği gibi gelecek dönemlerde hipertansiyona yakalanma riskini arttırır.
* Genç ve sağlıklı bir vücuda sahipken, tuz alımı hakkında endişe duymak gerekir mi?
Sağlıklı beslenme yaş ayırt etmeksizin bir bütündür. Bu nedenle tuz tüketimi de her yaş için önemlidir. Tuzun aşırı tüketimi bir alışkanlık haline getirilirse hipertansiyona yakalanma riski yükselir. Ayrıca bilimsel araştırmalar aşırı tuz tüketiminin kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riskini 4 kat, kalp krizi riskini ise 5 kata kadar arttırabileceğini göstermekte. Bunun dışında aşırı tuz tüketimi çaşitli böbrek hastalıklarına yakalanma riskini de arttırabilir.
* Tuz kilo aldırır mı?
Tuz enerji içermez bu nedenle de bilinenin aksine kilo aldırmaz. Aşırı tuz tüketimi vücutta su toplanmasına yani ödeme yol açtığından ötürü kişi kilo aldığını veya kilo veremediğini düşünebilir. Zayıflama programında olan kişilerin aşırı tuz tüketiminden sakınması, haftalık rutin kontrollerde kaybedilen kiloyu saptamakta kolaylık sağlar.
* Yüksek tansiyon ya da aşırı kilo ile tuz alımı arasında bir bağlantı var mı?
Yüksek tansiyon ile tuz tüketimi arasında bir ilişki olduğu uzun zamandır bilinen bir gerçek. Tuzun aşırı tüketimi kan basıncının artmasına neden olur. Günlük tuz tüketimini yaklaşık %25 azaltan kişilerin, tansiyon seviyelerinin normale yaklaştığı/düzeldiği bilinmektedir. Aşırı kilolu kişiler, normal ağırlığında olan kişilere göre daha fazla tuz tüketirler. Bunun temel nedeni, fast food tarzı besinlerin sodyum içeriklerinin oldukça yüksek olmasıdır. Fakat aşırı tuz tüketiminin şişmanlamaya neden olacağı yönünde bilimsel bir veri şu an için yoktur.
* Tuzu sadece saf haliyle mi alıyoruz, başka nereden geliyor? İşlenmiş gıdalardan gelen tuzun ne gibi bir zararı var?
Tuzu saf hali ile tüketmiyoruz. Bildiğimiz sofra tuzu doğal halinden sonra birçok işlem geçirerek soframıza konuk oluyor. Bunun dışında sodyumdan zengin besinlerle de sodyum alıyoruz. Bu besinlerin başındaysa balıklar ve kabuklu deniz ürünleri, biber çeşitleri, deniz sebzeleri, kereviz, peynir, organ etleri, yumurta, bazı kuruyemişler ve dereotu yer alır. Beslenmemizde gizli sodyum kaynakları ise bazı ketçaplar, hardal ve soya sosu, kimi salata sosları, kabartma tozu, zeytin, salamura besinler ve konserve besinlerdir. Besinlerdeki gizli sodyumu keşfedebilmek için yapmamız gereken ise besinleri satın almadan önce besin etiketlerini kontrol etmektir. Tuz içeriği yüksek işlenmiş gıdaların fazla tüketimi tuz alımının aşırı artmasına neden olabilir. İster doğal ister işlenmiş besinlerden alalım, tuz tüketiminde temel ilke günde 6 gramdan daha fazla tuz tüketmemektir. Bunu sağlamanın en basit yolu ise aşırı tuz içeren besinlerin tüketiminin azaltılması ve sofradan tuzluğun kaldırılmasıdır.
Ürik Asitten Zengin Besinler
Ürik asit yüksekliği (hiperürisemi) kanda ürik asit yüksekliği demektir ve 40 yaş üstü kişilerde %10-15 civarında bulunur. Yapımında fazlalık ve atılmasında azalma olduğu durumlarda kan düzeyi artar. Yükseklik yapısal olabileceği gibi bazı faktörlerin sonucu olarak da kan düzeyi artar:
•Şeker hastalığı
•Tiroid bezinin fazla çalışması
•İdrar söktürücü ilaçlar
•Alkol alımı
Hastaların %75'inde şikayet olmaz. %25'inde ise çeşitli problemler görülür:
•Eklem iltihabı (artrit)
•Böbrek taşları
•Böbrek hastalığı
•Kemiklerde ürik ait depolanmaları
•Ürik asit yüksekliğinde diyet önemlidir. Diyet ile ürik asit düzeyini %25 civarında düşürmek mümkündür
Aşağıdaki besinler ürik asitten zengin olduğu için kesinlikle uzak durulmalıdır:
•Sakatat (ciğer, yürek, dalak, böbrek, işkembe vb)
•Küçük balıklar (hamsi, sardalya, vb)
•Midye, karides, havyar, istiridye
•Et suları: Bundan özellikle kaçınmak gerekir. Ürik asit suda erir ve bol miktarda et suyuna geçer
•Nohut, mercimek, fasulye, gibi baklagiller
•Maya ve maya içeren besinler
•Büyük balık, kırmızı et, kümes hayvanları da yukarıda sayılanlar kadar yüksek olmasa da ürik asitten zengindirler. Bunları haftada 1 defadan fazla yemeyin.
Düşük miktar ürik asit içerenler (bunları rahat yiyebilirsiniz):Ekmek, beyaz undan yapılmış mamuller (aslında sağlık için tam -kabuklu- tahıldan yapılmış olan ekmekler -esmer ekmek- daha sağlıklıdır, ancak ürik asit yüksek ise bundan kaçınmak gerekir. Özellikle kilo problemi olanlar beyaz undan yapılmış mamullerden kaçınmalıdır)
•Peynir, mısır, mısır ekmeği
•Yumurta
•Meyve suları ve meyveler
•Dondurma (kolesterolü yüksek olan ve kilo problemi olanlar kaçınmalı)
•Süt
•Makarna
•Kuruyemiş
•Çay
•Beyaz pirinç
•Sebzeler (kuşkonmaz, karnabahar, mantar, yulaf ezmesi, ıspanak dışında)
Kronik böbrek yetmezliği; nefrit, diyabet, hipertansiyon, taş, tıkanma, tümör gibi idrar yolu hastalıkları vb. nedenlerle ortaya çıkan önemli bir sağlık sorunudur. Diyaliz, tıbbi tedavi ve beslenme kronik böbrek yetmezliğinin tedavi esaslarını oluşturur. Yeterli ve dengeli beslenme, yaşamın her aşamasında olduğu gibi bu hastalarda da büyük önem taşımaktadır. Bireyin yaşam kalitesinin yükseltilmesinde, olaşabilecek komplikasyonların önlenmesi ve / veya geciktirilmesinde beslenme temel faktördür.
Kronik böbrek hastalıkları, böbrekte önemli hasarlara yol açarak böbrekler görevlerini yapamaz hale gelirler. Böbreklerin en önemli görevleri vücuttan atık maddelerin atılmasıdır. Kronik böbrek yetmezliğinde böbrekler görevlerini yerine getirmeyince kanda üre ve kreatin gibi maddeler yükselir.
Kronik böbrek yetmezliği bazı hastalarda çok yavaş ilerlerken, bazı hastalarda çok hızlı ilerler ve böbrekler kanı temizleme görevini yerine getirmez. Buna bağlı olarak kanda üre ve kreatinin çok yükselir. Kandaki elektrolitlerin dengesi bozulur. Özellikle kanda potasyum çok yükselir. Bu aşamada diyaliz veya böbrek nakli gerekir.
Kronik böbrek yetmezliğinin nedenleri;
•Glomerulonefrit ( böbrek iltihapları)
•Doğumsal bazı böbrek hastalıkları
•Enfeksiyonlar
•Toksik maddeler
•Diyabete bağlı gelişen böbrek bozuklukları (diyabetik nefropati)
•İdrar yollarındaki tıkanmalar
Beslenme Tedavisi:
Kronik böbrek yetmezliğinin tedavisinde BESLENME (DİYET) en önemli unsurlardan biridir. Beslenme tedavisi böbrek yetmezliğinin ilerlemesini yavaşlatabilir.
Beslenme tedavisindeki önemli unsurlar:
•Uygun miktarda enerji ve protein
•Uygun vücut ağırlığının sağlanması ve / veya korunması
•Diyetteki diğer besin öğeleri
◦sodyum
◦fosfor
◦potasyum
◦sıvı
◦vitamin-mineraller
Enerji:
Yeterli enerji alımı organların ve dokuların çalışmalarını ve sağlığın sürdürebilmesi için büyük önem taşır. Vücudumuz için gerekli olan enerji yediğimiz besinlerle sağlanır.
Besinlerle alınan enerji;
•Vücut için yeterli enerjiyi sağlar,
•Vücut ağırlığının korunmasını sağlar,
Proteinlerin kas ve doku yapımı için kullanılmasını sağlar.
Eğer gereksinimimiz olan enerjiyi diyetimizle alamazsak; vücudumuz enerji gereksinimini sağlamak için kendi yapısındaki proteinleri kullanır. Buna bağlı olarak zayıflama, halsizlik, kan proteinlerinde azalma ve malnütrisyon gelişebilir.
Sağlıklı bireylerde olduğu gibi kronik böbrek yetmezliği olan bireylerde de en önemli enerji kaynağı karbonhidratlar ve yağlardır.
Karbonhidratlar:
Enerjinin %55-60'ı karbonhidratlardan sağlanır. Karbonhidrat içeriği yüksek olan besinler; ekmek, tahıllar ( pirinç, un, makarna gibi), nişasta, şeker, bal, reçel'dir. Ekmek ve tahıllar karbonhidrat içeriklerinin yanı sıra bir miktar da protein içerirler. Şeker, bal, reçel, nişasta saf karbonhidrat kaynaklarıdır. Diyetisyeninizin size önerdiği miktarlarda başlıca enerji kaynağı olan bu besinlere diyetimizde yer vermeliyiz.
Yağlar:
Enerjinin % 25-30'u yağlardan sağlanır. Yağlar; besinler yapısında bulunan görünmez yağlarla ve yiyeceklere dışarıdan eklediğimiz yağlarla vücuda alınır. Gereksinimin üzerinde yağ alımı şişmanlığa yol açabileceği gibi kan yağlarının ve kolesterol düzeyinin artışına da neden olabilir.
Kronik böbrek yetmezliği olan bireylerde kan kolesterol düzeyinin yüksek olması böbrek hasarını hızlandırdığı için arzu edilmez. Yağ türü olarak; zeytinyağı- fındık yağı ve ayçiçek/mısırözü/soya yağı gibi sıvı yağlar tercih edilmelidir.
Protein:
Doğru miktarda protein alımı sağlığın sürdürülmesi için büyük önem taşır.
Proteinler;
•Kas ve doku yapımı
•Savunma sistemi için gereklidir.
Proteinler başlıca 2 kaynaktan vücuda alınır;
•Hayvansal kaynaklı; yumurta, et, süt yoğurt, peynir
•Bitkisel kaynaklı; sebzeler, tahıllar, kuru baklagiller
Hayvansal kaynaklı proteinler, bitkisel kaynaklı olanlara kıyasla vücutta daha iyi kullanılırlar. Kronik böbrek yetmezliğinde; böbrek fonksiyonlarına göre diyetle protein alımı kısıtlanabilir. Protein kısıtlaması olduğunda, diyetle alınan proteinin özellikle vücutta kullanılabilirliği yüksek hayvansal kaynaklı olanlardan sağlanmasına özen gösterilmelidir. Önerilen proteinin altında tüketilmesi oldukça yanlıştır. Böbrek hasarını hızlandırıp, bireyin malnütrisyona girmesine neden olabilir.
Önerilen miktarda protein alınamıyorsa ve kan proteinleri düşükse, hekimin önerisine göre amino asit tabletleri kullanabilir. Kronik böbrek yetmezliği olan hastalar, gereksinimleri olan proteini nasıl almaları gerektiğini ve yeterli tüketip tüketmediklerini diyetisyenlerine danışarak öğrenmelidirler.
Sodyum:
Böbrekler kan sodyum düzeyinin düzenlenmesinde önemli görevi olan organlardandır. Böbrek yetmezliği, hipertansiyon ve sodyum arasında yakın bir ilişki söz konusudur. Böbrek yetmezliğinde vücutta sodyum birikir. Aşırı sodyum hipertansiyona, su birikimine ve kalp yetmezliğine yol açar. Bu sebeple diyetle sodyum alımının sınırlandırılması gerekebilir. Sodyumun en önemli kaynağı sofra tuzu' dur.
Sodyum yönünden zengin besinler;
•Zeytin, turşu, salamura, konserveler
•Sucuk, salam, sosis, pastırma gibi işlenmiş et ürünleri
•Krakerler
Sodyum alımını azaltmak için;
•Yemekler mümkün olduğunca az tuzlu pişirilmel
•Sofrada tuz ekme alışkanlığından vazgeçilmeli
•Sodyum içeriği yüksek besinlerden kaçınılmalı
Hekim/diyetisyene danışmadan Diyet Tuz kullanılmamalıdır. Tuz kısıtlaması olan hastalarda yemeklerde lezzet artırması için baharatlar kullanılabilir.
Fosfor:
Böbrekler kandaki fosfor düzeyini ayarlayamaz. Bir süre sonra kan fosfor düzeyinde artış görülür. Yüksek fosfor düzeyi, kemiklerden kalsiyum kaybına, kemik kırıklarına, kas güçsüzlüğü ve eklem ağrılarına neden olabilir. Fosfordan zengin besinlerin azaltılması fosfor düzeyinin indirilmesinde etkindir. Proteinden zengin besinler fosforun en iyi kaynağıdır.
Fosfor yönünden zengin besinler;
•Süt, yoğurt, peynir, dondurma gibi süt ürünleri
•Kuru baklagiller
•Yağlı tohumlar
•Et, balık, sakatatlar
Hekimin önerdiği fosfor bağlayıcı ilaçlar yemeklerle birlikte alınmalıdır.
Kalsiyum:
Kemik sağlığı için en önemli mineraldir. Kalsiyumdan zengin besinler fosfordan da zengindir. Kalsiyum fosfor dengesini sağlamak ve kemiklerden kalsiyum kayıplarını önlemek için fosfordan sınırlı bir diyete ve fosfor bağlayıcı ilaçlara gereksinim vardır. Hekim uygun olan kalsiyum ve D vitamini takviyesini önerecektir.
Potasyum:
Kas ve kalp çalışmasında önemli görevi olan bir mineraldir. Kanda potasyum değerinin çok fazla yükselmesi veya çok fazla düşmesi çok tehlikelidir. Böbrek yetersizliğinin ileri dönemlerinde kan potasyum düzeyi çok yükselir ve hayati tehlike ortaya çıkar. Kan potasyum düzeyi dikkatli izlenmeli ve diyetin potasyum düzeyi buna göre ayarlanmalıdır.
Potasyumdan zengin besinler;
•Kuru yemişler
•Kuru baklagiller
•Kurutulmuş meyvelersebzeler
•Patates, havuç, mantar
•Ispanak, maydanoz gibi koyu yeşil sebzeler
•Tahin-pekmez
•Muz, kavun
Sıvı:
Sıvı alımı; su, ıhlamur, meşrubat, çorba, süt vb tüm sıvıları kapsamaktadır. Genelde böbrek yetmezliğinin ilk aşamalarında sıvı sınırlamasına gerek yoktur. Ancak son dönemlerde; bazı hastalarda idrar miktarı iyice azalır. Alınan fazla sıvının vücutta tutulması sonucunda ödem, nefes darlığı, hipertansiyon ve kalp yetmezliği gibi sorunlar gelişebilir. Böyle hastalarda bir önceki idrar çıkışına göre sıvı almaları gerekir.
SIVI(ML/GÜN) = 1 GÜN ÖNCEKİ İDRAR MİKTARI (ML)+500
Birkaç gün içinde hızlı ağırlık artışı, kısa kısa soluk alıp verme, hipertansiyon vücutta sıvı tutulumunun bulgularıdır. En kısa zamanda hekime danışılması gerekir.
Vitamin-mineraller:
Gereksinmemiz olan vitamin ve mineraller besin çeşitliliği ile sağlanabilmektedir. Kronik böbrek yetmezliğinde diyet sınırlandırıldığında vitamin ve mineraller yetersiz alınabilir. Böbreklerdeki yetmezliğe bağlı olarak D vitamininin etkin formu yeterince yapılamaz. Bu durum da kemik zayıflığına yol açabilir. Bu durumdaki hastalara D vitamini ilaçları verilebilir.
Sadece hekimin önerdiği vitamin-mineral ilaçlarının kullanılması doğrudur. Bazı vitamin ve minerallerin supleman olarak kullanımı kronik böbrek hastaları için zararlı olabilir. Böbrek yetmezliği olan hastalarda A vitamini yükselmiş olduğundan bu vitamini içeren ilaçların alınması sakıncalıdır.
40′lı yaşlarda kadınlar fazla kilolarından kurtulabilmek için daha çok mu spor yapmalı? Kalori kısıtlamasına gidilmeli mi?
Bu yaşlarda biraz daha kısıtlı diyetleruygulanıyor. Kırk yıl boyunca kahvaltı yapmamış, ara öğün nedir bilmeyen insanlarla karşılaşıyorum. Oturup yaşam tarzını değiştirmekten bahsettiğimizde korkuyorlar. Ancak imkânsız olmadığını gördüklerinde vücutlarıyla yeniden tanışıp ikinci baharı yaşıyorlar. Daha çok spor değil ancak zayıflamak için daha çok çaba sarfetmeleri gerekebilir.
a- 20 yaşında biriyle 40 yaşında birinin beslenmesi birbirinden ne anlamda farklıdır? Bunları maddeler halinde kıyaslar mısınız?
- 20 yaşında kişiler daha aktiftir daha çok enerji harcarlar bundan dolayı yemek listesi biraz daha esnek olabilir. Ancak 40'lı yaşlarda bu durum farklıdır. Kalorisi yüksek bir şeyi yemeden önce kırk kere düşünmeleri gerekir.
- 40'lı yaşlarda kalsiyum ihtiyacı artar.
- 40'lı yaşlarda fiziksel olarak aktif olmak 20'li yaşlardaki kadar önemlidir. Ancak metabolizma bir miktarda olsa yavaşladığı için hareketsizlik kendini kilo artışı olarak gösterecektir.
- 40'lı yaşlarda kronik hastalıklara daha açık hale gelinebiliyor. Özellikle 20'li yaşlarını verimli kullanamayanlar, yarına sağlıkları için yatırım yapmayanlar bu yaşlarda kalp damar hastalığı, şeker hastalığı ya da kanser açısından riskli oluyorlar. Bundan dolayı yeterli ve dengeli beslenmek, bol antioksidan içeren meyve sebzeleri tüketmek bu yaş grubu için oldukça önemlidir. Mevcut sağlık durumlarını bile korumak ciddi bir adım olacaktır.
b- 40′lı yaşlarda yemek saatleri nasıl düzenlemelidir?
Bu tamamen kişilerin yaşam şekli, çalışma saatleri ve uyku düzenlerine göre farklılık gösterir. Herkesin bir biyolojik saati vardır. Ancak genel anlamda saat 7' den sonra ağır yağlı bir akşam yemeği tüketmek oldukça sakıncalıdır.
c- Yavaşlayan metabolizmayı hızlandıracak önerileriniz nelerdir?
Öncelikle HAREKETE GEÇİN. Düzenli aktiviteyi bir yaşam tarzı haline getirin. Kendinizi ve eklemlerinizi zorlamayacak aktiviteler tercih edin. Bu da kişiden kişiye göre değişir elbet. Piyasadaki hiçbir bilimsel gerçekliği almayan tuzaklardan uzak durun. Metabolizmanın en büyük katili bu sağlığı bozan zayıflama ilaçları. Ara öğünler metabolizmanın dostudur, atlamamaya çalışın tabiî ki istisnai günler ve saatler olabilir, ancak genel hatlarıyla beslenme planınızı bozmayın. Yeşil çayın metabolizma üzerinde olumlu etkileri olduğu kanıtlanmıştır. Günde 4 -5 bardak her hangi bir rahatsızlık vermiyorsa tüketilebilir.
Reflü yetişkinlerin yaklaşık % 20 sinde görülmekle beraber her yaşta görülebilen bir sindirim sistemi hastalığıdır. Halk arasında mide reflüsü olarak bilinen gastro özofageal reflü midenin asitli içeriğinin yemek borusuna kaçmasıyla oluşur. En sık görülen belirtileri gece ve yemekten 30- 60 dk sonra oluşan yada uzanıp yatmakla başlayan gögüs kemiği arkasında ağrı ve yanma hissi, öksürük, yutma güçlüğü, ağza ekşi su gelmesi, ağız kokusu, yemeklerden sonra şişkinlik, geğirme ve boğulma hissi, ilerleyen zamanlarda da sürekli tekrarlayan farenjit, sinüzit, astım ve diş çürükleridir.
Reflünün nedenlerine bakıldığı zaman:
· Mide de fıtığı oluşması,
· Yemek borusunun alt ucundaki yani midenin girişindeki kapağın yetersizliği ya da açık kalması,
· Yemek borusunun kasılma bozuklukları,
· Alkol ve mayalı içecekler,
· Sigara,
· Kullanılan ilaçlar,
· Aşırı sıcak ve soğuk besinler,
· Aşırı yoğun kıvamlı içecek ve gıdalar,
· Yaşlılık,
· Mide boşalmasının gecikmesi,
· Genetik faktörler
Reflünün tedavisinde 4 yöntem bulunmaktadır. Bu yöntemler;
Yaşam tarzı değişikliği (özellikle beslenme yapılması gereken değişiklikler), İlaç tedavisi, Cerrahi tedavi ve endoskopik tedavi dir.
Reflü hastaları için yaşam tarzı değişikliği kaçınılmaz ve mutlaka yapılması, uygulanması gereken yöntemken, diğer tedavi yöntemlerinden hangisi ya da hangilerinin uygulanılacağına mutlaka doktorunuz karar vermesi gerekmektedir.
Yaşam tarzı değişikliğinin temelinde, reflünün oluşumunda ve hastalık oluştuktan sonra hastalığın ilerlemesinde önemli etkisi olan faktörlerin değiştirilmesi yatar. Bunları sıralayacak olursak;
1. Fazla kiloların ve Obezitenin reflüyü artırdığına dair bir çok bilimsel çalışma vardır ve bu çalışmalar göstermiştir ki obezite ve reflü arasında % 35-40 arasında ilişki vardır. Bundan dolayı reflüsü olan kişiler mutlaka bir uzman eşliğinde yeterli ve dengeli beslenmeyi öğrenmeli ve önlem olarak reflüsü olmayan kişiler de birçok hastalıkla beraber reflüye de yakalanmamak için fazla kilolardan kurtulmalıdır.
2. Karın bölgesini sıkan dar kıyafetler, sıkı kemer kullanımı ve korse kullanımı yine reflü nedenlerindendir. Bunlardan kaçınılmalıdır.
3. Azar azar, sık sık beslenilmelidir. Bir kerede fazla yemek yememeli ve yemek yerken sıvı alımını azaltarak sıvı besinleri yada içecekleri daha çok ara öğünde tercih edilmelidir. Özellikle 16 saat oruç tuttuğumuz bu dönemde iftara çok yüklenmemek, iftarı ikiye bölmek ve sahurda yine aşırı besin tüketiminden kaçınmak reflü olşumunun engellenmesi için çok önemlidir.
4. Aşırı yağlı besinler ve Yağ, koyu çay-kahve, çikolata, nane ve soğan, acılı ve baharatlı besinler, asitli içecekler (kola, gazoz vb.), karbonatlı içecekler, domates, turunçgiller gibi besinler şikayetleri artıracağı için bu besinlerden mümkün olduğunca kaçınılmalıdır.
Reflüsü olan kişiler için Öneriler
1. Alkol ve kafein içeren yiyecek ve içecek tüketiminden kaçının.
2. Sigara tüketiminden kaçının.
3. Çok sıcak ve çok soğuk besin tüketiminden kaçının.
4. Yatmadan en az 2 saat önce yeme içmeyi kesin.
5. Yatarken vücudun baş kısmı ile üst kısmının yüksekte olmasını sağlamak çok önemlidir. Bunu için yastık sayınsı artırın ya da yatağın baş kısmını 25- 30 cm yükselterek yatın.
6. Aşağıdaki besinlerin tüketiminden kaçının.
· Portakal suyu, patates püresi, likör, çikolata
· Limon, kızarmış patates, şarap, mısır cipsi
· Limonata, kuru soğan(çiğ,) çay, patates cipsi
· Greyfurt suyu, yağlı etler, kahve, şekerli ve yağlı çörek
· Domates, yağlı krema ve peynirler, nane, acılı baharatlar
· Hazır gıdalar, sirke, yeşil soğan, kola, gazoz
· Turunçgiller, yağ
sıgınak.. üstteki üyeyi foruma kazandıran, üstteki üye sayesinde de foruma beni getiren modumuz.. çok iyi biri
bir_katre.. mod olduğunu biliyorum sadece henüz tanışmadık..
dilara66.. tanışamadık henüz malesef