Metabolik sendrom adını belki de bu güne kadar hiç duymamış olabilirsiniz fakat
bu isim günümüzde sık rastlanır bir problemi ifade etmek için sık kullanılır bir hale geldi.
Metabolik sendrom en basit sözlerle insanın yaş ilerledikçe kalp hastası veya şeker hastalığı yakalanma olasılığını arttıran bir durumdur.
20.yüzyıl başında adından bile söz edilmeyen ve belki de gerçekte var olmayan bu sendrom günümüzde bir çığ gibi büyüyüp artık salgın bir hal almıştır.
Metabolik sendrom bir endüstrileşme ve kentleşme hastalığıdır.Hergün sabah kalkıp işe kahvaltı yapmadan çıkan ,trafikte kayda değer bir zaman geçirip bütün gün masasının başında, bilgisayar karşısında hareketsizce işini yapan,öğle yemeğini hızlı yemeklerle geçirip akşam eve geldiğinde ise yemeklere saldırıp televizyon karşısında uyuyakalan insanların hastalığıdır (yani bir çoğumuzun).
Nihayetinde insanda önce bel çevresi genişlemeye başlar,zamanla kan yağlarında tedrici artışlar gözlenir, kişi tansiyonlarını ölçtürdüğünde bir artışın olduğunu görür,metabolik sendrom oluşmaya başlamıştır.Böyle devam ederse kişinin büyük bir ihtimalle ya kalp damarları tıkanacak veya şeker hastalığı ortaya çıkacaktır.
Daha şimdiden Amerika Birleşik Devletleri'nde 4 yetişkinden 1 i metabolik sendromludur.Bu ileride 4 yetişkinden 1 inde kalp hastalığı veya diyabet oluşacak anlamındadır.
Göz önünde tutulması gereken asıl mesele küreselleşmeye başlayan dünyamızda yaşam tarzlarının ve yeme şekillerinin bunlara bağlı olarakda hastalıkların genelleşmeye başlamasıdır. Eğer farkına varmazsak metabolik sendrom sigaradan sonra kalp ve damar hastalığı açısından 2.büyük risk faktörü olacaktır.
Memorial Hastanesi Kardiyoloji Bölümünden Uzm.Dr. Türker Baran, Memorial Hastanesi Kardiyoloji Bölümünde uygulanmaya başlanan 3 boyutlu ekokardiografi hakkında bilgi verdi.
Üç boyutlu ekokardiografi ile artık kardiyologlar adeta bir cerrahın göğsü açık baktığı şekilde kalbi olduğu gibi görmeye başladı. Ekokardiografide gerçek bir devrim niteliği taşıyan bu uygulama ile artık kalbin fotoğrafı değil gerçek görüntüsü görülebiliyor. Bununla da kalmayıp görüntüsel ortamda kalp evrilip çevrilip ince ince kesitler alınarak adeta doğranabiliyor ve kalp hastalıklarının tanısı ve değerlendirilmesi çok daha zengin, detaylı ölçümlerle daha doğru şekilde yapılabiliyor. İnsan sağlığını en fazla tehdit oluşturan kalp ve damar hastalıkları üç b oyutlu ekokardiografi gibi uygulamalarla belki henüz yenilmiyor ama önemli bir cepheyi insana karşı kaybediyorlar.
Kalp damar hastalıklarında ekokardiografi uygulamaları
1.Koroner kalp hastalıkları
Günümüzde koroner kalp hastalıkları tüm kalp ve damar hastalıkları içinde yaygınlık neden olduğu ölüm, yaşam kalitesindeki düşüş ve maliyet nedenleri ile birinci sırada gelmektedir.Öyle ki nüfusun kabaca üç ila dörtte birinin koroner kalp hastalığından ölümü söz konusudur. Ekokardiografi uygulamaları koroner kalp hastalıklarında ayrı bir yer tutmaktadır. Stres ekokardiografi ile koroner kalp hastalığının bir kişide olup olmadığı, koroner anjiografiye gerek duyulup duyulmadığı, eğer koroner arter hastalığı biliniyorsa ilaç tedavisinin yeterli olup olmadığı yoksa balonla damar açma (stent) ya da bypass ameliyatına ihtiyaç varlığı soruları cevaplanabilir.
Stres ekokardiografi ile bir kişinin kalp krizi riski belirlenebilir. Eğer bilinen koroner arter hastalığı mevcutsa tedavinin etkin olup olmadığı stres ekokardiografi yöntemi ile araştırılabilir.Üç boyutlu ekokardiografi ve yine son zamanlarda kalp kasının bölgesel deformasyon hareketlerinin ekokardiografik olarak son derece hassas şekilde ölçülebilmesi stres ekokardiografinin değerini ve doğruluğunu arttırmıştır. Kalp krizi geçiren kişilerde ekokardiografi altın bilgiler verir. Herşeyden önce kalp krizinin yarattığı hasar, bu öncelikle kalp kasına ama bazen kalp kapaklarına, kalp zarına da olmaktadır, ekokardiografi ile ortaya konmaktadır.
Kalp krizinin şiddeti, kalp yetmezliğine neden olup olmadığı sorularına yine ekokardiografi cevap vermektedir. Bazen kalp krizi sırasında ve sonrasında kalp içinde pıhtılar oluşabilmektedir ki bunlar aynı zamanda inme, felce neden olabilmektedir. Üç boyutlu ekokardiografi kalp yapısını çok daha iyi değerlendirilmesine olanak verdiğinden kalp içi pıhtıların saptanmasında da çok önemli faydalar sağlamıştır.
Kalp krizi sonrasında kalbin iyileşme potansiyeli, kalbin performansının arttırılması için ilaç dışı diğer tedavi seçeneklerine, balon-stentle damar açma, bypass ameliyatı ve EECP gibi, ihtiyaç duyulup duyulmadığı, kalpte canlılık araştırılması olarak adlandırılır ve ilaç kullanılarak yapılan stres ekokardiografi yöntemi ile gerçekleştirlir.
Üç boyutlu ekokardiografi ile kalbin hacımsal değişikliklerinin ölçülebilmesi kalbin performansının, tedavi öncesi ve sonrasında daha hassas ve doğru olarak saptanmasında fayda sağlanmıştır.Koroner kalp hastalıklarına bağlı gelişen kalbin uyumsuz bir şekilde kasılmasının eşlik ettiği kalp yetmezliklerinde pil tedavisinin gerekliliği yine ekokardiografi ile ortaya konmaktadır.
2.Hipertansiyon ve hipertansif kalp hastalıkları
Kan basıncı yüksekliği çağımız insanlarının çok büyük bir kısmını, %25ini etkileyen bir hastalık olarak karşımıza çıkıyor. Sürekli kontrol edilmesi, tedavi alınması gereken bu rahatsızlık, eğer yeterli tedavi edilmezse tüm organlara ama başta kalp, beyin ve böbreklere zarar veriyor ve bu organlara bağlı yetmezlikler ve kayıplara yol açıyor. Hipertansiyon aynı zamanda kalp krizlerinin de çok önemli bir nedeni. Hipertansiyonun kalbi etkileyip etkilemediği ekokardiografi ile anlaşılıyor. Erken dönemde kalp duvarlarında meydana gelen kalınlaşma ve kalbin esnekliğindeki azalma hipertansiyona bağlı kalp hastalığının ilk ayak sesleri olarak kabul ediliyor. Ekokardiografi ile bunların saptanması tedavi stratejisinin saptanmasında çok önemli bir basamak teşkil ediyor.
3.Felçler-inme
Aslında nörolojinin ilgi alanı olan bu hastalıklarda sebep büyük oranda beyine kan taşıyan damarların daralması ya da bir pıhtı ile tıkanması.Tüm nüfusun yaklaşık beşte birinin ölüm nedeni olan felç-inmelerde damarları tıkayan pıhtı %25 oranda kalp içinde çeşitli nedenlerle oluşuyor. Bu nedenler bazen geçirilen bir kalp krizi, bazen kalbin mikroplar tarafından istilası, bazen oluşan kalp atışlarındaki düzensizlikler yani ritm bozuklukları sonucunda kalp içinden geçen kan akımının yavaşlaması sonucu kalbin kuytu köşelerinde pıhtı oluşumu.Tüm bu hastalıkların ve kalp içinde pıhtı bulunup bulunmadığı ekokardiografi yöntemleri ile anlaşılıyor. Endoskopik yöntemle yapılan ekokardiografi (TEE) uygulaması dışında üç boyutlu ekokardiografi ile kalp içindeki pıhtılar, mikropların yarattığı kitleler çok daha rahat saptanabiliyor.Bu sayede önceden önlem alınıp kişiler felç ve inmeden korunabiliyor.
4.Kalp kapak hastalıkları
Kalpte dört adet kapak bulunuyor. Bunların görevi aynen damarlar içinde olduğu gibi kanın kalbin içinde tek yönlü, ileriye doğru akışını sağlamak. Çeşitli nedenlere bağlı olarak, bazen çocukluk yaşlarında geçirilen boğazdaki mikrobik infeksiyonlar neticesinde gelişen akut romatizmal ateş, bazen ileri yaşlarda kapakların kireçlenmesi, bazen kalp krizleri sonucunda kalp kapaklarının çalışması bozulabiliyor. Bazen kapaklar tam kapanamıyor, o zaman kaçaklar oluşuyor.Bazen kapaklar açılamıyor, darlıklar meydana geliyor. Çoğunlukla da bu iki durum bir arada oluyor.Kalp kapak hastalıkları tüm ölümlerin %2-3ünü oluşturuyor. Eğer kapaklardaki bozukluk çok ileri boyutta değil ise, kalbin çalışması bozulmuyorsa ki bu bilgiler ekokardiografi uygulamalarından geliyor, ilaçlarla tedavi ediliyor ve yine bu süreç tekrarlanan ekokardiografiler ile kontrol ediliyor.
Eğer kapaklardaki problem kalbin büyümesine yol açıyor, kalbin performansını kötü şekilde etkiliyorsa o zaman kapaklar cerrahi yoldan tamir ediliyor ya da yapay, protez kapakla değiştiliyor. Kalp kapak ameliyatı, özellikle kapak değiştirliyorsa çok dikkatli düşünülerek karar verilmesi gereken bir ameliyat. Çünkü protez kapakların da kendilerine ait sakıncaları var ve kişinin sürekli takip edilmesi gerekiyor. Kalp kapak hastalıklarında ameliyata karar verilmesinde ekokardiografinin çok önemli bir yeri var.
Kapak hastalığının ciddiyeti, özellikle üç boyutlu ekokardiografi ile kapak yapısının tanımlanması, kapak hastalığının kalbin çalışmasını ne ölçüde bozduğunun saptanması ameliyatın ve diğer tedavi seçeneklerinin belirlenmesinde kilit rol oynuyor.Kalp kapak hastalıklarında ameliyat kararının verilmesinde gerek efor testi gerekse ilaçlarla gerçekleştirilen stres ekokardiografinin çok önemli yeri var.Bu sayede ameliyattan fayda görecek ve görmeyecek hastaların ayırımı yapılabiliyor.
Aslında çoğu kez insan hayatını tehdit etmese de yarattığı yakınmalarla yaşam kalitesini kısıtlayan mitral kapak prolapsusu toplumun %2-5ini etkiliyor. Göğüs ağrıları, çarpıntı ve nefes darlığı gibi şikayetlerin dışında eşlik eden panik bozuklukla kişide kalp krizi korkusu hatta fobisi yaratıyor.Mitral kapak prolapsusu tanısı ekokardiografi ile konuyor. Sadece EKGye bağımlı yapılan efor testlerinde kişide mitral kapak prolapsusu varsa kalp damar hastalığı şeklinde yorumlanabilecek EKG değişiklikleri gelişebiliyor. Özellikle gençlerde ve bayanlarda gereksiz yere koroner anjiografi gibi girişimsel yöntemlere başvurulmasının önüne geçilmesi için sadece EKGye bağımlı efor testi değil egzersiz stres ekokardiografi yapılması
Yeterli geliyor.
5. Doğumsal Kalp Hastalıkları
Çocuklarda önemli bir kayıp nedeni olmanın ötesinde erişkin yaşlarda da tehdit unsuru olan doğumsal kalp hastalıklarının başlıca çoğu zaman da tek tanı yöntemi ekokardiografidir.Tüm canlı doğumlarda her 100 çocuktan birini etkileyen doğumsal kalp hastalıklarının ekokardiografi ile araştırılmasında kalbin üç boyutlu olarak değerlendirilmesi yeni bir çığır, yeni ufuklar açıyor. Bu sayede tanının konması dışında tedavi şeklinin belirlenmesi ve tedavi sonrasında takip bilgilerine de erişmek daha hassas ölçülerde mümkün olabilecek.
6. Kalp ritm bozuklukları
Hemen herkesin hayatı boyunca çeşitli dönemlerde çarpıntıları olmuştur.Bunların çoğunda kalp masumdur. Kalp genellikle yoğun bir stres altında kalma, fazla miktarda çay, kahve, alkol ya da sigara gibi uyarıcı maddelerin etkisi ile yoldan geçici olarak çıkmıştır.Ancak her türlü organik kalp hastalığı da her türlü çarpıntıyı ya da ritm bozukluğunu yapabilmektedir. Kalp kapak hastalıkları, kalp kası hastalıkları, kalp damar hastalıkları, kalp zarı hastalıkları gibi etkenler çoğunlukla sebep oldukları ritm bozukluğunun yarattığı tehditten daha önemli arazlar çıkarmaya adaydırlar. Tüm bu organik rahatsızlıkların saptanmasında ilk başvurulacak yöntem ekokardiografidir.
7. Kalp yetmezlikleri
Çok çeşitli etkenlerle kalp yetmezliği gelişebilmektedir.Günümüzde pek çok kalp hastalığı kalp yetmezliği yaratarak yaşam süresinde ve kalitesinde kısalmaya yol açmaktadır.Koroner kalp hastalıkları, hipertansif kalp hastalıkları, kalp kapak hastalıkları ve kalp kası hastalıkları (Kardiyomiyopatiler) bunların en önde gelenleridir.Kalp yetmezlikleri toplum sağlığını ve tedavi giderleri ile devlet bütçelerini tehdit ededursun kalp yetmezliğinin tedavisinde ilaçlardan kalp nakline, yardımcı cihazlardan EECP ve kalp pili uygulamalarına dek farklı tedavi yöntemleri vardır.
Bütün bu yöntemlerden hangisine başvurulacağı kalbin yapısına, kalp yetmezliğinin ardında yatan nedene ve kalp performansındaki düşüşün derecesine bağlıdır ki tüm söz konusu veriler ekokardiografi incelemeleri ile ortaya konabilir.Üç boyutlu ekokardiografinin zaman parametresine bağlı olarak global ve bölgesel kalp hacımlarını hesaplayabilmesi, kalbin balanse bir şekilde çalışıp çalışmadığının tesbitine, bölgesel deformasyon hızlarının oranları ile sadece tedavi öncesi değil sonrasında da kalbin iyileşmesinin gözlenmesine, kalp nakli sonrası yeni kalbin değerlendirilmesine olanak tanımaktadır.
Çocukluk çağındaki kanser vakalarının %35'ini lösemiler oluşturur ve birinci sıradadır. Lösemiler hücre cinsine göre; ALL (Akut Lenfoblastik Lösemi) ve AML (Akut Myeloblastik Lösemi) olmak üzere 2 ana gruba ayrılır. Kendi içlerinde de alt sınıflar tanımlanabilir.Türkiye'de her yıl 16 yaşın altında 1200-1500 yeni lösemili çocuk vakası bildirilmektedir.
Lösemi nedenleri henüz tam olarak aydınlatılmamıştır. Sitogenetik ve moleküler tekniklerdeki yeni gelişmelerle; genetik yatkınlıklar, radyasyon, benzen ve türevleri (bali, vs.), böcek ilaçları gibi kimyasal maddeler, bazı kalıtsal hastalıklar ve bazı viral hastalıkların hep birlikte lösemiye neden oldukları çalışmalarla gösterilmiştir. Lösemi her yaşta görülmektedir. En sık çocukluk çağında 2-5 yaşlarında artmaktadır. 1 yaşın altında, 10 yaşın üstündeki yeni vakalarda tedaviye cevap azalmaktadır.
Herhangi bir etkiyle damarlarımızda dolaşan kanın esas yapım yeri olan kemik iliğimizdeki ana hücrelerde oluşan şifre değişikliği ile blast adını verdiğimiz olgun olmayan kan hücrelerinde artış meydana gelmektedir. Bu hücreler hızla yayılarak kemik iliğini, lenf bezlerini, dalağı, karaciğeri, bey,n ve merkezi sinir sistemini tutmaktadır.
BELİRTİLERİ :
Çocuklarda lösemi hastalığının belirtileri:
İştahsızlık
Kansızlık
Zayıflama
Bacaklarda kemik ağrıları
Cilt altında kanamaları (kırmızı noktalar veya morarmalar)
Burun ve dişeti kanamaları
Ateş
ilk gözlenen bulgulardır.Ayrıca yayıldığı organlara ait belirtiler, örneğin baş ağrısı, kusma, karın ağrısı, görme bozuklukları önem taşıyabilir. Bu yakınmalarla müracaat ettikleri çocuk hematoloji (kan hastalıkları) uzmanlarınca yapılan muayenede çoğunlukla karaciğer ve dalak büyümesi, lenf bezlerinde genişleme, kanama bulguları tespit edilebilir.
Yapılan kan, kemik iliği, hücre tipini belirleme ve genetik tetkikler sonucu kesin tanı konulabilir.
Tanıdaki ayrıntılı testler genellikle lösemi tiplerini, tedavi prensiplerini belirlemede yardımcı olacaktır.
TEDAVİSİ :
Tedavi öncelikle genel durumun düzeltilmesi yöntemleri ile başlar. Bu safhada kan veya kanın içindeki özel hücrelerini donörlerden (gönüllü kan verici kişi) alınarak lösemili hastaya verilmesi, enfeksiyon mevcutsa gerekli mücadelelerin yapılması, böbreklerin, karaciğer ve kalbin kemoterapi ilaçlarının yan etkilerinden korunma önlemlerinin alınması çok önemlidir.
Ayrıca hastaların ve ailelerin hastalık hakkında bilgilendirilmesi, löseminin umutsuz değil, tersine iyi bir tedavi ve moral desteği ile lösemide %85'lere varan oranda iyileşmenin sağlandığının açıklanması tedavinin ikinci basamağıdır.
TEDAVİ ESASLARI ve İLK TEDAVİ:
Çok yüksek doz, birbirinden farklı en az 6 çeşit ilacın 4-6 hafta içerisinde damardan ve ağızdan verilmesidir. Burada amaç, blast adı verilen kötü huylu ana hücrelerin yok edilmesidir.Bu yok etme geçici bir düzelme demektir.Lösemiye neden olan ana unsur nedir?Bu bilinmediği için klasik tedavilerde amaç hastayı o anda ölümün eşiğinden n kazanmaktır.kemoterapiler bu nedenle yapılır.Lösemi vakası yerinde durur.Kemoterapilerden sonra blast hücreler sıfırlandığı zaman hasta geçici bir iyileşme "Remisyon" dönemine girer.Birkaç ay süren bu düzelmelerden sonra yapılan kan kontrollerinde tekrar blast hücrelerin çoğaldığı görülür ve tekrar kemoterapilere geçilir.Bir yıl kadar süren bu tedavilerin tekrarlanmalarından sonra zarar gören karaciğer,sindirim sistemi ve diğer organlar iflasa doğru gider ve hastaların %90 ından fazlası birkaç yıl içinde maalesef ölürler.Aşağıda belirteceğimiz kemik iliği nakli de hiç bir zaman tam bir çözüm olmamıştır.Zira löseminin ana nedeni giderilemediği ve hatta nedeni bilinemediği için kemik iliği nakli de "taşıma su ile değirmen döndürmek" gibi uzun vadeli bir çözüm olmamaktadır.
Kemoterapi uygulamaları,klasik tedavilerde tüm dünyada uygulanan tek yöntemdir.Ancak bu kemoterapi ilaçları, maalesef yalnızca kötü hücreleri etkilememekte, vücudumuzun iyi, faydalı hücrelerini de yok etmektedir. Bu nedenle, çocuklarımızın saçları dökülmekte, ağızlarında, bağırsaklarında yaralar açılmakta, halsizleşmektedirler. Yine, vücudumuzu enfeksiyonlara karşı koruyan savunma hücreleri de ilaçlarla yok edildiğinden immün sistem yıkılmakta, en ufak bir mikrop, hastalık etkeni dahi tüm vücuda yayılıp ağır ateşli enfeksiyonlara neden olmaktadır.
Bu nedenle lösemili çocuklarımız etraflarındaki insanlardan, havadan, sudan mikrop almamak ve korunmak için maske takmaktadırlar.
TEDAVİ METODLARI:
Lösemi hastalığının tedavisindeki temel prensip kemik iliğindeki ana kan hücrelerinde oluşan şifre değişikliği ile olgun olmayan blast adı verilen hücrelerin çoğalmasını durdurmak ve sonrasında normal kan elemanlarının yapılmasını sağlamaktır.
Kötü huylu blast hücreler çok hızlı çoğalırlar. Bunlar olgunluk ve çoğalma zamanlarına göre çeşitli evrelere ayrılırlar: 1) Mitoz, 2) G devresi, 3) S devresidir. Tedavideki amaç; birbirinden farklı etkilerdeki ilaçların bir program çerçevesinde uzun süre kullanılarak tüm safhalardaki blastların öldürülmesidir.
Yaklaşık 3 yıl süren tedavide 4 safha yer alır:
1- YÜKLEME TEDAVİSİ (Balyoz Harekatı):
Birbirinden farklı 5-6 çeşit ilaç damardan aynı anda verilir. Amaç kötü huylu hücrelerin 2 ay içerisinde hızla öldürülmesidir. Vücudumuzu işgal etmiş düşman kuvvetlerine karşı dost birliklerin topla, tüfekle, bombayla taarruzudur. Adeta bir Kurtuluş Savaşı başlamıştır.
2- PEKİŞTİRME TEDAVİSİ (Jet Tesiri):
Paniğe kapılan, dağılan kötü hücreler hemen kendilerini korumak, direnebilmek için zırhlara bürünmekte, gizlenmekte ve çoğalmaya çalışmaktadır. Vücudumuzun silahlı kuvvetleri ile birlikte dost güçler havadan, karadan ve denizden düşmana bombalarla saldırmaktadır. 3-4 ay süren bu tedavide çok yüksek doz birbirinden farklı tesirli ilaçlar damardan verilmektedir.
İşte bu sırda maalesef vücudumuzdaki faydalı hücreler de ölmekte, saçlar dökülmekte, ağızda yaralar çıkmaktadır.
3- ÖNLEYİCİ TEDAVİ (İstihbarat):
Kemik iliğinde yenilmiş, parçalanmış, dağılmış düşman hücrelerinin beyin ve sinir sistemi ve üreme organlarımıza yerleşerek, sinsi sinsi faaliyete geçmelerini önleyici tedavidir. Bazı durumlarda radyoterapi (ışın tedavisi) uygulanabilir. Bir nevi gizli servis işlevini üstlenirler.
Amaç artık tamamen yok edilmiş düşman hücrelerinin vücudumuzda herhangi bir şekilde yeniden çoğalmalarını önlemektir. En son blast yok edilinceye kadar tek tek bulunup parçalanması sağlanır. Yaklaşık 2.5-3 yıl kadar devam eder.
TEKRARLAYABİLİR Mİ?
Toplam 3-3.5 yıl süren tedavi sonunda % 85'lere varan oranda tamamen iyileşme sağlanır. Tedavi sonrasında yalnızca kontrollerle izlenen çocuklarımız, tüm sağlılı kardeş ve arkadaşları gibi normal yaşantılarını sürdürürler. hepimizde olabileceği gibi hastalığı yenmiş bireylerde de löseminin yeniden görülme olasılığı az da olsa vardır. Bu durumlarda da benzer tedaviler ve/veya kemik iliği nakli uygulanabilir.
TEDAVİ PROGRAMLARI:
Kemoterapide seçilen ilaçlar ve hangi zamanlarda, ne dozlarda verilecekleri uzun süren deneyler ve uygulamalar sonrasında belirlenmektedir. Türkiye'den de birçok değerli bilim adamının katıldığı bu çalışmalar, Hematoloji dergilerinde, kongrelerde açıklanmakta ve kullanıma sunulmaktadır. Oluşturulan bilimsel kurumlarda tedavinin başarısı ya da başarısızlıkları izlenmekte ve sonuçları değerlendirilmektedir. Aksayan noktalar, ulusal ve uluslararası bilimsel kurullarda değerlendirilerek yeni ilaçlar, yeni dozlar ya da değişik metodlar uygulamaya konulmaktadır.
KEMOTERAPİ İLAÇLARI:
Lösemi teavisine özgü ilaçların tümü maalesef yurtdışından temin edilmektedir. nakliye sırasında bozulmaması, uygun koşullarda sulandırılması, ısıdan ve ışıktan korunması, istenen sürede ve hızda verilmesi ve damar dışına kaçırılmaması gibi son derece zor ve titiz çalışmaların bir arada olması gerekir.
MALİYET:
Tedavide kullanılan ilaçlar son derece pahalıdır. Bir kutusu 100 milyon lira civarındadır. Yüzlerce şişe ilaç kullanılmaktadır. Kateterleri, kitleri, serumları, kan ürünleri hesaplanacak olursa tedavi maliyeti yüz milyarlarca lirayı bulmaktadır.
LÖSEMİLİ ÇOCUKLAR VE AİLELERİNİN PROBLEMLERİ:
Okuldan uzak kalmak
Arkadaşları tarafından dışlanmak
Toplumun bu çocukların iyileşme şansının olmadığını düşünmesi
Maske yüzünden hastalığın bulaşıcı olduğunun düşünülmesi
Çocukların sosyal etkinliklere katılamamaları (Sinema, tiyatro, ...)
Çocukların sevdikleri yiyeceklerden uzak durma zorunluluğu
Kan bulamamak
Parasızlık
Hastanede çocuklarına refakat etmek isteyen ailelerin iş yerlerinden çok sık izin almaları sonucu işlerine son verilmesi
KEMİK İLİĞİ NAKLİ NEDİR?
Çocukluk çağı lösemilerinde esas olan ilaçla tedavidir. Toplam 3-3.5 yıl süren kemoterapi sonunda % 85'lere varan oranda tamamen iyileşme sağlanır. Tedaviye cevap alınamayan vakalarda ve bazı özel durumlarda kemik iliği nakli uygulanabilir (%5-10 oranında).
TEDAVİNİ ESASLARI NELERDİR?
Kemik iliği naklinde temel prensip, kan hücrelerinin yapımını sağlayan ana-kök hücrelerin sağlam bireylerden (verici-donör) alınarak lösemi hastasına verilmesidir. Böylece normal kan yapımı sağlanmış olur.
KİMLERDEN KEMİK İLİĞİ ANA-KÖK HÜCRELERİ ALINIR?
1- Doku grupları (HLA) uygun kardeşlerden veya nadiren diğer aile bireylerinden (ALLOJENİK).
2- Doku grupları (HLA) uygun akraba olmayan vericilerden (Kemik İliği Doku Bilgi Bankası aracılığıyla).
3- Hastanın kendi kemik iliğinin dondurularak saklanması ve gerektiğinde verilmesi.
4- Damarlarımızda dolaşan kanın içindeki ana-kök hücrelerin özel bir yöntemle toplanarak hastaya verilmesi.
5- Göbek Kordonu Kanı: Yeni doğan kardeşin ana-kök hücrelerden zengin plasentasından (eş) toplanan kanın kullanılması.
NASIL KEMİK İLİĞİ ALINIR?
Toplama işlemi ameliyathane koşullarında genel anestezi altında uyutularak yapılır. Özel iğneler kullanılarak kemik içine girilerek ilik enjektörlere çekilir. Belirli miktarda alınan ana-kök hücreler özel torbalarda, filtre edilerek bekletilmeden lösemi hastasına damar yoluyla verilir.
Ana-kök hücrelerin çok çok az bir kısmı alındığından verici-donör için yapılan işlemin hiçbir sakıncası yoktur.
Nakil işlemlerinden sonra 3 hafta içinde sağlam ana-kök hücrelerden kan hücrelerinin hızla yapımı başlar. Verilen kemik iliğinin alıcıda reddini önlemek amacıyla 6 ay kadar koruyucu tedaviler uygulanır.
KEMİK İLİĞİ NAKLİNİN BAŞARI ORANI:
Dünyanın gelişmiş hematoloji merkezlerinde olduğu gibi ülkemizde de kemik iliği nakli başarıyla yapılmaktadır. Löseminin cinsine ve vericinin uygunluğuna göre değişmekle birlikte sonuçlar olumludur. %43 ile %83 oranında başarı elde edilmektedir.
YAN ETKİLERİ:
Alıcı lösemi hastasının kemik iliği nakline hazırlanma aşamasında ve sonrasında çeşitli ciddi komplikasyonlar çıkmaktadır. Geç dönemde de normal kişilere göre 5 kez daha fazla oranda yeniden lösemi ya da çeşitli kanser tipleri ortaya çıkabilir.
Kemik iliği naklinden 1 yıl sonra, lösemili çocuklar sağlıklarına kavuşmakta ve normal yaşantılarına dönebilmektedirler.
Ülkemizde hasta başına ortalama 25.000 dolara mal olan kemik iliği nakli, yurt dışında bir sağlık turizmi haline getirilmişolup 100.000-250.000 dolar harcanmaktadır. Bu nedenle; Türkiye'de daha çok sayıda özelleşmiş kemik iliği nakli merkezinin hizmete açılması yararlı olacaktır.
Gerekli önlemler alındığında, onlar da sağlıklı çocuklar gibi yaşayabiliyor, spor bile yapabiliyor. Ancak, çocuğunuzu sigaradan mutlaka koruyun
*Çocuklarda alerjik hastalıklar ve astımın görülme oranı nedir?
Alerji, vücudun yabancı bir maddeye karşı verdiği tepkidir. Her 100 çocuktan 30'unda alerjik hastalıklara rastlıyoruz. Astım ise, her 100 çocuktan sekizinde görülür. Alerjik astım, alerjik nezle veya saman nezlesi, göz nezlesi, cilt alerjileri kurdeşen, egzama, çocuklarda en sık görülen alerji türlerinin başında geliyor. Ayrıca gıda, böcek ve ilaç alerjilerine de, yine çocukluk döneminde rastlıyoruz. Bunlar içinde alerjik astım genellikle iki yaşından sonra ortaya çıkıyor, ancak bu yaştan sonra kesin tanı konabiliyor. Bu yaşa kadar olan alerjik astım şüpheleri "hırıltılı çocuk" şeklinde isimlendirilir ve bunlar virütik nedenlerle olabilir. Bu nedenle, astım tanısını iki yaşından sonra koymakta fayda vardır. İki yaşından önce çocuklarda genellikle gıda alerjisi, bunlar içinde genellikle inek sütü alerjisi çok görülmektedir. Ayrıca çeşitli katkı maddelerine bağlı olarak çocuklarda atipik dermatit yani çocukluk egzaması, özellikle yanaklardaki kızarıklıkla ortaya çıkar. Maalesef Türkiye'de gıdalara çok miktarda katkı maddesi kullanıldığından, çocuklarda alerjik hastalıklar artıyor. Bu katkı maddeleri; sütte, meyve suyunda, dondurmada, kolalı içeceklerde, sakızda, boyalı şekerlerde, mayonezli gıdalarda, dondurulmuş gıdalarda ve beklemiş bayat gıdalarda (sucuk, salam, sosis) bulunuyor.
ANNE BABADAN GEÇEBİLİR
*Alerjik hastalıkları çocukluk döneminde fark edersek, bunları tamamen tedavi etmek mümkün mü?
Alerjik hastalıkları tümüyle tedavi etmek oldukça güçtür. Çünkü çevre faktörleri, kişiye özel faktörler, genetik faktörler bu hastalıklarda büyük rol oynar. Anne babanın alerjik olması, çocuklarda alerjik hastalığı ortaya çıkarma riskini artırır. Yapılan araştırmalarda, sadece annenin veya babanın alerjik olması ile her ikisinin alerjik olması arasında, çocuklarda alerji görülme oranının çok daha yükseldiği görülmektedir. Bazı araştırma sonuçlarına göre; babasında egzama olan çocuklarda alerjik astım ortaya çıkabilmektedir. Erkek çocuklar ergenlik çağından önce daha çok alerjik hastalığa yakalanır, ergenlik çağından sonra bunlar yüzde 25 oranında kendiliğinden iyileşir. Kız çocuklarda ise, ergenlik döneminde daha az alerjik hastalık görülür. Alerjik astım buna bir örnektir. Ergenlik çağından sonra kız çocuklarında ve kadınlarda daha çok astım ortaya çıkıyor. Alerjik hastalıklar erken yaşta teşhis edilebilirse, tedavisi oldukça kolay olabiliyor.
*Aileler çocuklarına alerji teşhisi koyabilirler mi? Çocuklarının neye karşı alerjik olduğunu anlarlarsa, tedavi daha mı kolay olur?
Özellikle çocuklarda gıdalara karşı alerjiden şüpheleniliyorsa, ailelerin çocukların yedikleri gıdaları günlük not tutmaları önerilir. Günlük not tutarak, çocukta yakınmaların olduğu dönemlerdeki gıdalar belirlenir ve aynı gıda yendiği zaman benzer şikâyetler olursa, o zaman bu gıdayı vermemek gerekir. Bu şekilde, aile kendi teşhisini koyabilir. Bunun dışında; çocukta uzun süre devam eden bir öksürük, balgam çıkarmada zorluk, özellikle sabaha doğru 02.00-06.00 saatlerinde öksürük ve nefes darlığı ile uyanma, göğüste kedi mırıltısı gibi seslerin duyulması, terleme, sırt ağrıları, yorgunluk gibi yakınmalar astım şüphesi doğurur. Çocukta burun akıntısı, hapşırma, burunda kaşıntı, sürekli burunla oynama, özellikle sabah uyandığı zaman bu şikâyetlerin ortaya çıkması belirtileri alerjik nezleyi düşündürür. Alerjiden şüphelenilen gıda yendiği zaman, 15-20 dakika içinde ya da iki saat sonra deride fasulye gibi kaşıntılı kabarıklıkların olması ve bunların 24 saat içinde kaybolması "ürtiker" denilen "kurdeşen"i düşündürür. Çocukların yanaklarında kırmızılık, kaşıntı, çocukta huysuzluk gibi bulguların görülmesi ise, çocukluk egzamasını ele verir.
EVDE HAYVAN BESLEMEYİN
*Alerjik çocukları nelerden korumak gerekir?
En başta sigaradan korumak gerekir; tuvalet, banyo, balkon dahil evin hiçbir yerinde sigara içilmemeli, hatta üzerinde sigara kokusu ile eve gelinmemelidir. Bu koku bile, astım ve alerjik nezle şikâyetlerini başlatmaya yetebilir. Ayrıca; çocuğun bulunduğu ortamda deodorant, sprey, parfüm, tiner kokusu, yağlı boya kokusu, deterjan kokusu, ağır yemek kokusu, viks ve naftalin kokusu olmamalı. Hastanın evi trafiğin yoğun olduğu, egzoz dumanının yoğun olduğu bölgede olmamalı. Katalitik ve kömürlü soba kullanılmamalı. Evde kedi, köpek, kuş beslenmemeli. Kuş tüyü, kaz tüyü, yün yani hayvansal ürünlerden oluşan battaniye ve yorgan kullanılmamalı. Özellikle çocukların yatak odaları, bir yatak, bir kapalı dolap ve perdeden oluşmalı. Odada kitaplık, çeşitli eşya kutuları, tablolar ve aksesuvarlar olmamalı. Yerde halı olmamalı. Yatak odası her gün dip köşe silinmeli, tozu alınmalı ve elektrik süpürgesi ile süpürülmeli. Tedavi olsa bile, alerjik bünyeli kişiler bu yaşam tarzına dikkat etmeli.
* Okul ortamı alerjik bünyeli çocuklar için riskli midir?
Çeşitli enfeksiyon hastalıkları alerjik olayların oluşmasını tetikler. Özelikle yuvada, okullarda toplu halde bulunan çocuklarda çeşitli virütik enfeksiyonlar daha kolay oluşur. Bunlar da daha sonra astım krizini başlatabilmektedir. Ayrıca çocuklarda tahtada kullanılan çeşitli kokulu kalemler ve tebeşir tozu da, öksürük ve nefes darlığına neden olabiliyor. Bunun için tozsuz tebeşirler kullanılmalı.
*Çocukları alerjik bünyeli diye çok hijyen bir ortamda büyütmek doğru mu?
Hayır, zamanla çeşitli enfeksiyon geçirmek onların bağışıklıklarını güçlendirir. Bu nedenle çocuklarını okula göndermek istemeyenler çıkabilmektedir. Bu yanlış bir tutumdur